Bu siralar sabahları çok zor uyaniyorum.Benim uyanmam da yetmiyor tabi. Çocukların, beyin ,çaydanligin ,peynirin zeytinin de uyanmasi gerekiyor. Beslenme çantaları haşlanan yumurtalar, bulaşan çatal kaşıklar, cantaya konmayan kalemler, kalemtraslar, pantolonun içine konmayan atlet, yakası kalkmış okul gömleğinden pencereden güneşi görmeye fırsat bulamıyorum.
Herkesinkine benzer bir koşturmadan sonra arabaya biniyoruz.bugun elime bardağımı aldım içine demleyemedigim çay suyunu koydum. Kuba mescidinin önünden aldığım kırmızı yapraklardan bir kaç tane attım.Bardak gül kırmızı oldu. Bir yudum aldım. Köprüyü, terk edilmiş kulubeyi , sanayiyi, dik Yokuşu geçip dar yol ağzına geliyoruz. Burası okulun önü, durup inemiyoruz ,köşedeki küçük bakkalin önünden genisce donmemiz gerekiyor. Dönüyoruz. Her sabah .sanki oraya sadece nur dağını selamlamak için getirilmisiz gibi. Sabah ışığını bir dağın kucagindan alır gibi. Her ne haldeysek de selam sana cebeli nur deyince gelen ve tüm iklime yayılan bir huzur gibi..
Bardagindaki ne diyorlar...bir türlü aklıma gelmiyor ismi, arıyorum. Hibiskus. Diğer adı Mekke gülü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder