12 Şubat 2022 Cumartesi

Duygularımız

Duygu, duymaktan fiilimsi …
Duymak aslında kulağa ait bir fiil , biz duymayı sesle ilintilendirmişiz. Göze görmek , dile tatmak, burna koklamak , deriye hissetmek demişiz. Kalbin algılayabildiği soyut durumlar için duygu demişiz. Derinin hissettikleri de soyut ya da soyuta yakın sıcak soğuk sert yumuşak pürüzlü pürüzsüz .. Bunun için belki duymaya yakın bulmuşuz hissetmeyi.. 

TDK şöyle diyor duygu için : 

“ Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim. “

Duygunun Arapçası için شعر  ve حس kullanılıyor. İkisi de dilimize alıp kullandığımız kavramlar . Şuur bizim için daha bilişsel bir kavram, hissetmeyi birebir almışız , hassas kelimesi de dahil. Beş duyunun hissettiğini duymak ( şeare) beş duyunun ötesini sezgi  ( hasse) ile ifade edebilir miyiz bilmiyorum. 

Duyguların karşılaştığımız olay / durum/ kişilerin bir çeşit sonucu ve yeni olay ve  durumlarda “ben “ in davranışlarının bir sebebi olarak imtihan dünyamızda büyük rolü var. 

Bu açıdan duyguların doğru ifade edilmesi önemli. Bazen gerçek duygularımızın farkında bile olmuyoruz . Duygularımızı farketmek kabul etmek onlara izin vermek ruhsal dengemizi korumak için önemli. Bu dengenin nasıl kurulacağı ile ilgili pek çok psikoloji ekolü uğraşmış. Kimi duygu düzenlemeyle yani kişinin amaçlarını gerçekleştirmek için duygusal tepkilerini kontrol etmesi, izlemesi, değerlendirmesi ve değiştirmesiyle bu denge kurulabilir diyor. Buna göre ;

“Duyguların düzenlenebilmesi için öncelikle bireyin duygularını nasıl belirttiği, tepkileri, ifadeleri, yüz ifadeleri, farkındalığı, duygu ile davranış ve düşünce arasındaki tutarlılıklar dikkatlice incelenmelidir. Düzenleme yapabilmenin ön koşulu duyguyu anlayabilme becerisidir. Her birey hissettiği duyguyu yüzünde ya da davranışında yansıtmayabilir veya doğru yansıtmayabilir. Bu yüzden öncelikle duyguları incelemek ve kişinin hissettiği duyguyu ifade etmesi, hissettiği ile davranışının uygunluğunu fark etmesi ve düşüncesine bu durumun nasıl yansıdığını çözümlemesi gerekir “ 

Ne zor bir şeymiş değil mi duygunun doğru fark edilmesi ,doğru yansıtılması.. Son zamanlarda kabul ve kararlılık ekolüyle ilgili yaptığım bir kaç okumayla fark ettim bunu, şimdiye kadar pek çok duygumu bastırmış, birinin yerine başka birini koymuş , ya da bambaşka bir duyguyu yansıtmışım. Ve ben kendimi hep duygusal / hassas bir insan olarak tanımlamışım. Mantıkla değil duygularıyla hareket eden biri olduğum için kendime hep içten içe kah acımışım kah gururlanmışım. 


Ve aslında duygularını hissetmeye izin vermek ne kıymetliymiş. İzin ver gelsin o duygu sonuna kadar , yaşa hisset ama bil duygular gerçektir ama sebepleri gerçek olmayabilir. Hüzün kuşları konarsa omzuna hüzünlen , üzül gözyaşıyla , endişelen, titre korkudan, terle telaştan , gülümse mutluluktan … Ama duyguna sebep olan o “ şey “ mutlak gerçek değil… Ordan çıkarken tutunduğun şey senin için kıymetli olan değerin olan şey olsun.. Seni aşağı çeken değil, seni olmak istediğin olgunluğa götürecek değere tutun…



İnsan kısmı bir misafirhane, 
Her sabah yeni birisi gelir. 
Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik, 
Aniden farkına varmak bir şeyin, 
Hepsi beklenmedik misafir. 
Hepsini karşılayıp eyle! 
Evini süpürüp, 
Bütün eşyalarını boşaltan 
Bir kederler kalabalığı bile gelse. 
Her geleni alnının akıyla misafir et. 
Olur ki yeni bir güzellik getirmek için 
Boşalttılar evini. 
Karanlık düşünce, utanç ve garez, 
Hepsini gülerek karşıla kapıda 
Ve buyur et içeri. 
Minnettar ol her gelene 
Kim gelirse gelsin. 
Çünkü bunların her birisi 
Öte taraftan bir kılavuz olarak gönderildi.

Mevlana Hazretleri… Sevinçten ve hüzünden azade bir iklimin müjdecisi … Kabul ve kararlılıktan yana sanki :) 

Ve duyguları hissetmenin izin vermenin yaşamanın bedenine doğru yansıtmanın onu bir değerle /Allah cc ile yaşamanın ve insanlarla doğru paylaşmamın kemali…

Efendimiz… selam olsun Onun hassas ve rakik kalbine …Nasıl yaşamış hüznünü kederini sevincini endişesini korkusunu sevgisini bağlılığını düşkünlüğünü öfkesini … Nasıl hiç çekinmeden, pek çok tabuya rağmen , nasıl kendi olmuş, nasıl emin kalbinden, hislerinden, çünkü hislerini de Allah için Allah ile Allah a arz ederek yaşamış. Ağlamış, gülmüş, tedirgin olmuş, atını düşmanın üzerine sürmüş, korkmuş sığınmış, korkma demiş , vefa göstermiş. Kızınca alnında bir damar .. Sevinince yüzü dolunay… Endişelenince kalbi kuş gibi, duada ısrarlı , korkunca Rabbine yalvar yakar… Yüzü sararmış fakir bir topluluk görünce, tebessüm edip pembeleşmiş infak edilince.. Siz de mi ağlıyorsunuz diyene, her şey yerli yerinde göz yaşarır kalp hüzünlenir, dil Rabbinin rızasına mugayir bir şey söylemez demiş. Azap mı diye endişenmiş kara bulutlara , merhamet etmiş yuvası yanan karıncaya, Şaka yapmış, dinlemiş , tebessüm eksik olmayan yüzü hiç varmamış kahkahaya…Gücenmiş dünya malında ısrar eden hanımlarına, cesaretle atını ilk o sürmüş herkesin korktuğu karanlığa , hiddetle kızmış namazı çok uzatıp namazdan birinin namazdan çıkmasına sebep olan Muaz’a …Kalbini yarıp baktın mı diye kızmış Üsameye…Hayasına bürünmüş genç kız gibi diyorlar, hoşlanmadığı şey yüzünden belli… Böyle şeffaf bir ayna yüzü, güzel kalbine…

Onun duygu dünyası… Nurlu dünyası.. Nasıl insani ve nasıl nurani… Kemal bu galiba… Erkekler ağlamaz, sevgisini göstermez , korkmaz, Peygamberin devesi dahi geride kalmaz gibi bir toplum beklentisine ve tabularına merhametle , hakikatle marifetle bakmak.. Böyle doğal böyle sade ve katkısız yaşamak… şiir gibi yaşamak nasıl eksik bir tabir burda.. Bir önceki bahisteki gibi Kuranı yaşamak…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder