ve kelimeler....kelimeler, seni istediğin şeyi aramaya teşvik etmeleri açısından yararlıdırlar ancak aradığını kelimelerle bulamazsın. Eğer bulabilseydin, bu kadar çabaya ve nefs mücadelesine gerek kalmazdı...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Bakara

          Çok ilginç bulmuştum sure isimlerinin anlamlarını öğrenince,hatta şaşırmıştım.Sonraları bir kitap dizisi canlandı gözümde.Nahl,Neml,Bakara,Ankebut...Arı,Karınca,İnek,Örümcek...Ara örneklerden sivrisinek,eşek,maymun,kuşlar...Neler anlatır alem bize,kainatı okumaktan habersiz kendi içinden bihaber olunca anlamsız bile gelebilir bir dinin yüce kitabının sure isimlerinin hayvanlar olması..İçine bakınca cümleyi bile buluruz sivrisinekte üstelik,onlardan kimi Allah bunu örnek vermekle ne murat etmiş der,anlamaz,kimi de Rabden gelen haktır der okumaya çalışır..
           Bakara sadece inek sığır demek değil,bambaşka anlamları okumak,toprağı yarmak,en güzeli.Hayat kılavuzundan  bir harfe daha tanıdık bakmak çok değerli.İçini deşen,ortaya çıkaran bir anlamı var ki bakaranın başından beri kalplerimizi didik didik yoklayan..Alışkanlıklarımızı,genel kabullerimizi,alışılagelmiş yaşantımızı,kime benzediğimizi,şablonlarımızı,kodlarımızı ortaya çıkaran.Hayat denen alış verişte ne aldığımızı ve ne verdiğimizi anlatan.Kurbanlarımızı sorgulayan.
           Bir bakara kesmenizi istiyor Allah deyince,hani insan sormuş da sormuştu.Ne renk,nasıl,anlayamadık,hepsi birbirine benzedi,bizim güncel sorulaımızı ekleyelim,öyle mi olsa,böyle mi yapsak,biraz daha açıklasanız,neden acaba,hikmeti nedir,onun yerine şöyle yapsak,sonra yapsak,ben yapınca en güzelini yapacağım ama şimdi zor...vs..vs...Bizden bir şey istenince ne yapıyoruz acaba...Sığırı kes deyince,kesiyor muyuz kelimelerle emri yapmanın heyecanını ve lezzetini mi öldürüyoruz.Ezan okununca mesela,kaç vakit geçiyor şunu mu öncelesem bunu mu derken azapla..Hemen tutunca içimiz dolmuyor mu emniyetle mutlulukla...Ve biliyor muyuz biz neye niyet edersek alem bize onun gerçekleşmesi için yardım eder.Namazdan önceye koyduğumuz iş bitmek bilmez,aksi gider.Tam tersi önce namaz deyince,sonrasında gelen huzurla gelir huzurla gider..
          Hasta,huysuz,huzursuz birine iyi gelsin diye,kendime..Allah sahili selamete çıkarsın....

28 Aralık 2010 Salı

Başka Bir Cumartesi

     İnsanı anlamak kendini anlamak demek.Kendini anlamak ise sahibini anlamak demek.İnsanın her anı kendini anlamak için bir sınav demek.Tasavvufun sürekli salık verdiği gibi,Kehf de hikmetini açıp anlattığı gibi Rabbin,bir şeyi yap dediği için yapması insanı kurtaran,mantık aramak,çözüm aramak boğup sıkıp bırakan demek.
      Hani o ticarette ilerlemiş kavme cumartesi yasağı konmuştu.Bir sınavdı kendilerini tanımaları ve aşmaları için,bir üst kata çıkmak için. Cumartesi günü avlanmayacaklardı.Ama gel gör ki balıklar o gün her günkinden daha fazla kıyıda oynaşıp durmaktaydı.İnsanın içindeki yasak kanı kaynatmaktaydı.Yasak tatlıydı,en iyi öğrendiğimiz cümle buydu zaten..İsrailoğulları ise zeki ve menfaatperest..İnsan bu.Neye istidadı varsa orayı nereye taşıyabiliyor.Kılıfına uydurmaksa yaptığı bunu Rabbine bile yapabiliyor.Eee,Allah ne dedi,cumartesi avlanma dedi,hani bizde olsa,hemen şu cümleler takip eder konuşmaları,islam dini mantık dini,bu zamanda da güçlü olmak gerekli,bizim tutmadığımız balıkları eller tutsun iyi mi,onlar ne konuştular bilmiyoruz ama vardıkları karar zeki görünsede,çocukça,komik,kimi kandırdığından habersiz...Nerde kaldık,cumartesi avlanma dedi Allah,peki,cuma günü atalım ağları,pazar günü toplarız,böylece cumartesi inadımıza oynaşan balıkları yakalarız,dediler...
      İnsanın içi cevher ve her cevher iki yönlüydü halbuki.İki uçlu bıçak gibi.Zekiyse insan,önünde iki yol vardı.Zaten içindekine rağmen bir şeyler kazanacaktı.İştahı olduğu halde yemeyen,yalan söyleyebilecekken söylemeyen,aldatabilecekken aldatmayan,güzelken örten,görebilirken bakmayan,gençken iffetli olan...Kılıfını hazırlayabilecekken minareyi çalmayan...Çünkü bilmeli insan kılıfına uydurdukça taklitçi bir yaratığa dönüşecek içi dışı.Kendi kalmayacak,ciddiye alınmayacak,ciddiyeti kalmayacak, maymun olacak...Kendinden bin kat aşağı olacak,düşecek.Anlayacak ki minareden düşenin parçası bulunur da gönülden düşenin bulunmaz. .
  
Ve unutmayacak,zeki insanın tek zeki kendini sanması en büyük aptallıktır....


Bakara suresi,İsrailoğulları ayetleri...

25 Aralık 2010 Cumartesi

Sis Hissi...

Songül 'e...

           Bakıp dururken gecenin kandiline hayran dalgın,telaşlı anlık,ya da kaçamak aydınlık.Ne olur olur,kaybolur nur yüzü ayın bir belirsiz grilikte.Gecenin berrak siyah nuru bile yoktur.Apaçık bir sis görünür gökten yere ağmış,duhanin mübini hatırlar irkilirsin.Özlemle arar,özlemeyi de seversin.Kim bilir kaç halini göremedim,kaçırdım dersin tamamlanışını dairenin.O da bana bakıyor mu,arıyor mu diye merak edersin,içine döner,döner döner durursun..Gece gündüze karışmıştır artık.Ne siyah ne beyaz yoktur,bir belirsizlik alır götürür tüm hislerini,bulamazsın kendini.Ayakların yere basar.Anlarsın bastığın yerin,yerin o kaygan yüzü olduğunu,güllük gülistanlık müştak olunmayacağını,tüm hislerin ve renklerin senin için olduğunu.Ama bilirsin sana görünmese de oradadır beklediğin,dönüp durmaktadır senin etrafında.Sis dağılınca daha bir berrak olacak iç dünyan da..Her şey zıddıyla kaim ama,kim demiş,siyahın zıddı beyaz diye,belki tam ortası zıt ikisine de....

        İçimde bir his var
        Gökyüzünde tarifsiz bir sis
        Sanki benim sebebi
        Gözlerimden çıkmış bu is..
        Oysa çekmek isterdim
        Gözüme geceyi sürme diye
        Ay ışığı sürmek isterdim
        Ruhuma,bedenime..
        Yıldızlar menevişi kalbimin
        Karanlık örtüm olsun...
        Olsun!
        Bu sis de gecenin tülü olsun...
        Ne gelirse geceyle,
        Dua gibi mübarek olsun...
      

Asa yı İnsan

         Sebepti asa.Sanki sihirli değnek ama ille kullanmak gerekecek.Verilendi asa,nasip edilen,belki istidat,belki kabiliyet,belki güç kuvvet,belki dil kelam,belki kalem,belki gözyaşı ille akacak.Hepsi muhakkak ya o yanda ya bu yanda kullanılacak.Mutlaka bir yöne kayacak.Daha yüksek bir hedef tutturan kazanacak.Asası sihre kavuşacak..Mayalanacak emeği,kıvam tutacak..
         Dilse asa,ille dua edecek,sen biliyorsun kalbimi söylememe lüzum yok demeyecek mesela.Asayı taşa vuracak,ya da suya..Kah taşa,kah suya..Çamurluktan kurtulacak kelimeleri kalbinin.Belki yanacak dili duadan gözyaşıyla ferahlayacak.Gözyaşı ise gerçekten akacak,değecek aktığına.Bedense asa,koşacak çalışacak,hizmet edecek.Kalemse asa yazı O'na olacak,O'na adanacak.Hakkı yazacak.Kalpse asa, kapıda bekçisi olacak,sürekli bir işte olacak,tezkiye olacak,tasfiye olacak,saflaşacak,safaya erecek.Uğraşacak renksizliğe ulaşmaya,anmaya,hatırlamaya,unutmamaya,atacak atacak...Aşk pompalayacak cümle aleme...Aşksa asa,ne ala ama ille Vedüd olana...Yalnızca O na....
        

Taş ve Su...

         Asanı taşa vur dedi,sebepleri mucizesine perde eyleyen.Her şeyiyle lütfuyla yağmur gibi yağdırabilmesine mukabil ille küçücük bir çaba isteyen.Daha demin kalplerin bazısını taşa benzeten,bazısına taştan beter,kimi taş aşktan yuvarlanır,kiminin içinden su fışkırır diyen.Asayı hem sebep edip hem vakti gelince sebepten soyun at onu diyen,suları taş eyleyip dokunuşuyla asanın denizi yaran,taşları su edip içinden on iki pınar fışkırtan..Taşı suya suyu taşa sebep eden,asa yı Musa yla...Yediren ve sulayan.Farklı farklı meşrepler yaratan..
        Meşrep belirleyen,fışkıran pınarlarla.Akışı var insanların türlü türlü,bir yol tutuşu,ve kalpte yetmiş iki alem gizli,oniki meşrepten.Taş bile olsa,dokunulunca asayla,doğacak şarap pınarları,ille fışkıran kalpten...
        Bakara ağır gidiyor.Taşlar,kalpler ve kelimelerle hissettirmişti....İlerledikçe taş içimde bir yerlerde yer etmişti.İnsan,gizsiz,cehren..Boğazımızda düğüm gibi varlığımız..En konsantre haliyle,iç devinimleriyle,nankörlükleriyle,isyan ve nisyanıyla,ve ille Rab le ünsiyetiyle insan,en güzel ve açık dilden..

22 Aralık 2010 Çarşamba

Aya Bakmak...

          Tuhaf geliyor,bir insanın 30 yaşından sonra aya müştak olması..Hatta kendine yetişkin bir insan gibi yaklaşması insanın,gerçekten tuhaf.Yaşlandığını farketmek tuhaf,artık çocuk olmadığını kabul etmek tuhaf.Aya bakarken yaşı yok ki insanın,küçük bir kız çocuğu oluvermesi tuhaf .Gizli gizli ona bakması birileri onunla konuşmaya çalışırken..Trafiğin en kalabalık halinde,far ışıkları gözlerini alırken dikiz aynasından göğe bakmak,görünce ayın o sarı kocaman halini,önüne bakmayı unutması,yolun terse dönmesini beklemeyi bile akıl etmemesi,arkadan sağdan soldan ışık izlemesi,yol bilgisi zayıf aynı insanın,biraz tepeye çıkıp tam karşısında görünce şaşırıp kalması..Arabayı durdurması.Öyle bakıp kalmak istemesi..Ara sıra etrafındakilere gösterip aya baktınız mı,diye sorması,onların hıı,deyip devam etmesi..
          Gökyüzüne böyle bir ışık asması ne büyük bir lütuf,güzellikler sahibinin..Her an başka başka güzelleşmesi ne hoş..Ay terapisini okumak istedim Mustafa Ulusoy un,kıskandım mı ayı ondan bilmem,okuyamadım,daha yoğun bir geçmişi vardır herhalde,daha yoğun bir düşüncesi,ne bileyim,dur şu dolunay bitsin,içim durulsun,okuyayım inşallah..Ay ışığında yürüyeyim inşallah.Hilaliyle heyecanlanıp,dolunayına gün sayayım,son demini bekleyip,ışığını içeyim...Sonra İbrahim as. gelsin hatıra, ondan çok hatırası olan var mı yıldız,güneş ve ayla...Aya bakıp dururken ben yeni yeni yoğunca,ki ilk gençlik yıllarımda yıldızlara bakardım uzun uzun,zühreye ille,o yıldızdan,aydan,güneşten geçiyordu çocukken daha..Rabbini buluyordu,parlayıp sönen her noktayla..
         Olsun...Gecemiz aydın olsun,gönlümüz ayla dolsun..Şimdilik...Yüzü aya benzeyen sevgiliyi düşünerek.Cemalullah a ulaştırır belki cemalinden yansıyan her sebep...

Açıkça Görsek Ya...

          Hayat tüm olağanüstülüğüyle devam ettiğinde,mesela ay kaybolup kaybolup hilalden,tam bir hüsnü cemale dönüştüğünde,gökyüzünde böyle bir güzelliğin neden olduğunu sen hala bilemediğinde,gece ve gündüz koşarak ve yavaşlayarak birbiri ardınca geldiğinde,yazla kışın aşkı,baharlarda demlendiğinde,ve sen bir insanın gözbebeğinde aşka düşebildiğinde,katreden deryayı hissetmez misin?
          Bir bebeği kokladığında,bir çift gözle beraber ağladığında,karşına bir yetim çıktığında mesela,ve ille hakikatle karşılaştığında,sana bir şeyler söyletilen bir dost çıktığında,binbir türlü beladan korunduğunda ve Allah korudu deyip geçtiğin o anda korunduğunu hissetmez misin?
          Dertler başını aldığında,yüce dağları duman kapladığında,dünyada senden daha dertli kalmadığında,yatarken otururken,ayaktayken,yerken içerken için için gizli aşikar duaya durduğunda,seni birinin duyduğundan emin olduğunda,çareler tükendiğinde,içine içine dönüp,gözyaşını sele verdiğinde,sığınacak başka bir liman bulabilir misin?
          Ve ferahlatıldığında,dert bulutları dağıldığında,artık neşeli eğlenceli günler geri geldiğinde,sen o kürsüden konuşmalara geri döndüğünde,ihtiyaçlarını kendin karşılayabildiğinde!,bu zat evliyadır denildiğinde,kaldı mı ki evliya deyip dostluk makamını elinle ittiğinde,kulla Allah arasına kimse girmez deyip,Allah la arana sonsuz şey koyup,kul olmayı unuttuğun o arada düşülen en büyük çukur nedir bilir misin,ey kendim....
          Kerametini,mucizesini,farkını,zatını.....vs,vs...
          AÇIKÇA GÖRSEK YA!







Bağlantı:Son üç yazı,bakara-israiloğulları ve ben...

21 Aralık 2010 Salı

Sofra Hayali

        Bir sofra hayali kuralım mı seninle,ey kendim....
        Sofraya oturdun,yanında artık kim varsa.Anne baban kardeşlerin,eşin,çocukların,ev arkadaşların,belki de yalnız.Acıkmıştın.Gün geceye durmuştu,ve sen gün içinde kaç kez  O'ndan inecek her hayra muhtaçtın,belki anladın söyledin.Belki anlayamadın,bugün çok yoruldum,acıktım dedin.Geçti.Evine geldin,kabuğuna döndün.Şükrettin.
        Sofraya oturdun.Yemekte ne vardı,yemek yapabilmiş miydin,sana yerden bitirilen nimetlerden bir şey kotarabilmiş miydin,mercimeğinden sarımsağından,soğanından..Ne tarifler üretilmişti değil mi,edna olandan.Öyle ya yediğin kudret helvası,bıldırcın eti değildi,gökten inmemişti.Buruldu için.Bismillah dedin.Adını andın,yaratanın, hem seni,hem sevdiklerini,hem yemeğini.Şükrettin.Maide de değildi zaten senin hayalin,kevserdi,teselli ettin kendini.Elin suya gitti,ismiyle sulayanın,hem seni,hem kalbini,hem gözbebeğini.Elini hatırladın belki sevgilinin,içinde su,su serin,el serin..Şükrettin.Belki şükrettiğini bile farketmedin.Senin dışında akan bir zaman vardı,içinde durana inat.Yemek bitti.Belki küçücük bir ses söyledi,belki reisi evin,sesi tok,derin,belki duygusal merhametli annenin, Elhamdülillah O' na ki,bizi yedirdi,bizi içirdi ve bizi müslümanlardan kıldı.Şükrettin.Yedirildiğin,içirildiğin,en çok da müslümanlardan kılındığın için..Hiçbir dahlin olmadan bu nimete düştüğün için,ümmeten vasaten,orta yol,itidal, ve Muhammed(sav) ümmeti olduğun için.Şahit olduğun için.Aklından geçti diğer ümmetler,en çok İsrailoğulları,sana en çok anlatılan..Hatırladın ki Musa kardeşi peygamberinin,ve dedi biz Musa ya daha yakınız ümmetinden,daha yeni,aşure günü hani,demin.Bildin ki Musa(as) görmek isterken Rabbini dağbaşı yalnızlığıyla,Rable konuşma nimetinin üstüne,görüvereyim dualarıyla,açık,aleni.Hüzünle yatağında yatarken miraca çıktı senin peygamberin.Maide istemedi sahabe gökten,örtüldü azıcık aşlı sofranın üstü,ordu doydu,ümmet doydu,adı bereket kondu yemeğin.Zemzem gökten inmedi,yerden fışkırdı da aleme yetti,ne zamanlar geçti hala hem doyuruyor,hem kandırıyor da farkedilmiyor.Demek biz de nimetin üstü örtülüyor,açık
aleni nimetler küçük çabalarla hissediliyor.Komşuya yemek verecek peygamber eşine yemeğin suyunu fazla koyduruyor..Sofra duası hiç böyle duyulmamıştı kulağına kalbinin.Şükrettin.Neden duayı ümmeti Muhammede yapman gerektiğini şimdi belki birazcık farkettin.Bir naatın dizeleri düğümlendi boğazına..

Besmele ekmeğimizin bereketiydi...
İki cihanda aziz ümmet Muhammed ümmetiydi..
Konsun yine pervazlara güvercinler
Hu,hulara karışsın aminler....




  

19 Aralık 2010 Pazar

Kapılardan Geçmek ve Parolayı Doğru Söylemek

         Kaç şehre girdin bir kapıdan geçer gibi...Kaç kez farkettin bambaşka bir şehre girdiğini yeni birisi girdiğinde hayatına..Kaç kez kendini bir şehre benzettin,içine dönüp baktığında..Duydun mu martı seslerini,geçti mi hüzün gemileri İstanbul olduğunda..Ya da kırık dökük terkedilmiş,ismi okunmaz tabelası bulunmaz bir şehir oldun,bulamadın mı yolunu çamurlu yollarda..Ya da ışıltılı gökdelenler arasında,gece,uyumayan insanlar,müzik,kitap,kahve,starbucks ille,New York tun belki.Belki mistik bir uzak doğu şehri kim bilir?
         Her insan bir şehir,ana caddeleri,mabedleri,silüeti,kokusu,havası,rengiyle,şivesiyle,arka sokakları,kaldırım taşları,ve hatta sesiyle...Kaç kez değiştin,başkalaştın,an be an başka bir şehre girdin,zamanı kaybettin.Her an bir lütufla karşılaştın,her seferinde bir nimet yurduna daha girdin.Mutlaka kapılardan geçtin.Geniş,dar,kapalı,açık,kilitli,kilitsiz,bazen görünemeyecek kadar büyük kapılar...Ne hissettin geçerken..Farkedebildin  mi,yeni bir şehre girdiğini,hayatımızın bir dönemecinden geçerken hatırlayabildin mi daha önce sana verilenleri,hayal edebildin mi yenilerini...
          Girdiğin yeri kendinden büyük hissettin mi,ya bu anahtarı sana vereni.Hadi hayalindeki kapıyı anlat yeniden,kocaman bir kapı seninkisi,anahtar deliğinden ışık süzülen.Anahtarını bile taşımakta zorlandığın,tokmaklı,ama kendiliğinden açılıveren.Küçücüksün yanında kapının ve şehrin..Sana bu şehre girmeyi lütfeden geldi mi aklına,büktün mü boynunu,eğdin mi başını,döktün mü içindekileri,af diledin mi vurdumduymazlıklarına,kendinden başkasını,yanındakileri de katabildin mi düşüncelerine,sığamadın mı yoksa kendinden başka biriyle koca nimet şehrine,tüm anlamıyla kavra bil ve anla ki lügat önemli,onun için hissederek söyle,Hıtta.....Secdeyle...Affeyle...Bağışla...
           Eğip bükme dilini,bak harfler bile ne kadar belirgin ve şiddetli,sakın kelime oyunlarıyla geçiştirme,kapı çalışlarını,unutma ki,nimet yurdunda parola aynı...Hıtta....Affeyle..Bağışla...
           Mekke ye sakalı  deveye değerek giren sevgili gibi,dök minnet kelimelerini,an zafer sahibini...

16 Aralık 2010 Perşembe

Çocuklar-Renkli Yünden Oyuncaklar........Aşure-Şükür 2

         
         Beden hapsinin dünyaya açılan pencereleri vardı,şükür ki..İnsan bu ten kafesine kanatsız hapsolmamıştı.Gözüyle,kulağıyla,teniyle,aldığı kokuyla,tatla,düşünce ve duygularıyla yedi yol açılmıştı kabuk içine sığdırılan koskoca ruha...Açılsın diye o görünmez kanatlar uçmağa,oruç bahşedildi bir de.Burası zıtlıklar dünyasıydı,bir tarafı tutanın diğer yanı kuvvetlenirdi,nasıl gözü görmeyenin hissi gelişirse,gözü göre göre bakmayanında ruh gözü açılırdı.Kendini yemekten alıkoyana başka tatlar verilirdi,şükür gibi,hamd gibi,paylaşmak gibi..Söz orucu bile  vardı.Zekeriyya dan,Meryem den yadigar..Hani insan susunca mucizeler konuşurdu.Oruç her gelip geçmiş toplumda vardı.Ve hepsinin ortak orucu aşure zamanıydı..
          Bir zaman,dünyaya gelen bedenlerin en güzelinin kalbine kelamın en güzeli nakşedildi.O en güzel sesten nice ayet dinlendi.Ramazan orucu gelince müminlere hediye,her eski yenisiyle değiştirildi..
          Bir sabah kalbi uyumayıp gözü uyuyan güzelin,güzel gözleri bir kez daha açıldı dünya manzarasına,ille ukbayı arayarak.Bir aşure sabahının aydınlığıyla,haber salındı her yana,oruca niyetlenenler oruçlarını tamamlasın,sabah imsak edenler akşama kadar iftar etmesin,herkes tuttu nefesini.Küçük yavrulara renkli yünlerden oyuncaklar yapıldı,acıkıp ağlayınca susturmak için,mescide koşuldu.Mescit rengarenk olmuştu oyuncaklarla,onları eylemeye çalışan anne gayreti,nasıl memnun ediyordu Rabbi kim bilir..Rivayet o ki,geyikler bile süt vermedi yavrularına bu görüntü ve avuntu sesine imrenerek..
          Bunları okudu anne,üzerinden asırlar geçmiş bir aşure sabahı.Çocuklarını giydirdi renkli yünlerden elbiselerle,oruç tutamayacaklardı çocuklar,okulda olacaklar,yanlarında onları eyleyecek bir anne bulamayacaklardı.Şükür ki aşureyi kutlayacaklardı.Bilmem kaç değişik tarif bilen anne bu akşam aşure yapacaktı,endişeliydi,şükretti..Şu hazır paketler de bu işin ruhuna gelmezdi.Olsun deneyecekti.Zaten aşure başlı başına şükrün tatlandırdığı yemekti,elde son kalandan yapılan,içine ne girse dışardan tahmin edilmeyecek derecede tatlanan,tufandan sonra sükuna daldıran,ayağı yere bastıran.Kaynasın aşure,kazan kazan...Dağıtılsın etrafa tanınan,tanınmayan..Komşular,hal hatır sorsun,bir çeşit bayram olsun..Bol çeşit alınsın bugün erzak ihtiyaçtan,bereketlensin diye,hediyeleşilsin,doğum günü yerine evlilik yıldönümü yerine...Olmaz mı ki?
          Bunları okudu bir öğretmen,çekiliş yaptı yeni yıl,aşure hepsi birleşti Tutum Yatırım ve Yerli Malı haftasıyla,paylaşılan mutlu günler konusuyla..Görsel sanatlar dersinde bir hediye yapsınlar,annelerine hediye etsinler,Yerli Malında aşure pişirsinler sınıfça yesinler..Görsel sanatlarda bir gemi yapsınlar mesela içine yırt yapıştırla hayvanlar birer çift,Nuh Nebinin gemisi olsun,masalı okunsun..Olmaz mı ya?
          Bunları okudu belki bir müdür,kara kaplı kitaptan,okuldaki müfettişlerin bugün yapacağı toplantıya aşure yaptırdı,bir de Mevlana yı anma haftası..Böylesine ruh doyurmak isterken zaman,aç kalınmasın ,neden olmasın?
          Tüm anlarımız bereketli olsun....
        
    

15 Aralık 2010 Çarşamba

Aşure - Şükür

Her şey anlamıyla güzel...
Aşure o leziz tadıyla,aşerdiğim hem de,inciriyle,fındığıyla içine giren en az on çeşit taamla,tuzlu bildiğimiz hem de,tatlı eyleyip güzelleştirse de,en çok anlamıyla güzel..Aşere on demek.Aşure on önemli işin Allah tarafından halli demek.Yusuf un kuyudan,Eyyüb un hastalıktan,Musa nın firavundan,Adem in yokluktan ve günahın ağırlığından,İbrahim in ateşten,Davud un zellesinden kurtulması,Nuh un ve alemin tufandan kurtulması demek.İnsanın yaratılış ve kıyametin kopuşu da o gün...Ne güzel ki bizim içimize ilk gelen his gibi,buraya gelişimiz güzel,kıyametin kopuşu çirkin değil..İkisi de güzel..Herşeyin başı güzeli güzel görebilmek,eşyanın hakikatini görebilmek..
Ve islami litaretürde yani teslim olma kültüründe her zaman olduğu gibi kutlama oruçla..Çünkü sabır oruçla öğreniliyor,şükür sabırla öğreniliyor,eksilmekle öğreniliyor,bir şeyi kutlamak için şükretmek gerekiyor....Aşure günü sadece kendi için şükretmekten çıkıp evrensel bir şükür gerçekleştirebildiği için belki insan,belki zaman üstü bir duyguya kapıldığı için oruç tutması kulluğa adanmış bir ömre bedel oluyor...Duası,tamamen Allah a sığınma duası..Allah ne güzel vekil,ne güzel mevla  diyerek dilden dudaktan,kalpten şükür cümleleri döküyor...Gayrıdan gönlünü tek dosta çeviriyor.Ama gayrıya sırt çevirmiyor çünkü şükrün hemen arkasından paylaşmak geliyor.Hiç iki kişilik bir aşure gördünüz mü?Yine bu kültür aşureyi kazanla kaynatır en az yedi komşuya dağıtır,arapçada 1 tek,2 çift,3 çok,7 sonsuzdur çünkü..Çocuklar çocukluktan görürler bu paylaşımın güzelliğini,yedisinde ne iseler yetmişinde de o olurlar çünkü...Her aşure yüzlerinde o tebessüm canlanır tarçın kokusuyla...

Şimdi karanlıklarımızı, kuyularımızı,firavunlarımızı,günahlarımızı,tufanlarımızı,içimizde kaynayan kazanları tanımlama zamanı..Yaratılışımızı,dünyaya inişimizi,içimize kodlanmış iyiliği,ve kıyametin kopuşunun bu dünya hapsinden bir kurtuluş olduğunu,Allah ın sonsuz kudretini hissetme zamanı.Sığınma zamanı,küçücüklüğümüzü bilme,biraz kendimizden çıkma,evrensel ve zamansız şükretme zamanı...Aşure zamanı...

Ve dua zamanı..Dualar ve zikirler zamanı...Birbirimizi de unutmayalım olmaz mı?

12 Aralık 2010 Pazar

Şımarık mıyız Neyiz?

Ne cüretkar aslında cümlelerimiz..
Ne makul,ne mümkün ve ne de masum şu bir türlü oluvermeyen isteklerimiz..
Halbuki bir de baksak her küçük istek yan yana geldikçe doymak bilmeyen bir şeyiz..
Bir düşünsek,önce belki sadece yemek yemek,üzerine..
Çorba yemek pilav salata tatlı menüsüne arada bir dur deyip dışarıda yemek isteyişimiz..
Ya da çorba içince otomatik olarak yemeği bekleyişimiz,yanına pilavı ekleyişimiz,salata sağlıklı,cacık yakışır,yemek bitti,hemen çay,yanına tatlı bir şey var mı acaba deyişimiz..
Ya da çorbanın şunu eksik,tarhana en iyi tabirle klasik,pilav boş karbonhidrat ,yenmez,salataya farklı bir sos lazım,üzerine belki mısır,şerbetli tatlı sevmem,şöyle lıght bir sütlü tatlı,yanına bergamot aromalı,şekersiz çay,renk tutmamış ben açayım,az yiyorum,yediğimi seçiyorum,yemek yemek zevk işi deyişimiz..
Ya da aynı yemeği üst üste yiyemeyişimiz..
Ya da sade tatları artık görmezden gelişimiz,süt içemeyişimiz,yumurta yiyemeyişimiz,ekmeği bile seçişimiz..Peyniri pastada kullanıp ekmek arasında yiyemeyişimiz..
Ya da oruç hali,iftardaki ilk yudum su,bir hurma,bir kase çorba hem de ne büyük lezzetle..Bırakırsan orada lezzet damağında,sonuna vardırırsan adet edindiğin gibi yine o şımarık lezzetsizlik her yanında..
Neden en çok sevilen çocuğun sevilmiyorum diye sitem etmesi..
Neden genelde 100 alan çocuğun 93 alınca ağlaması,95 alanı kıskanması..
Neden elbisesi çok olanın bir türlü hayalindeki elbiseyi bulamaması..
Neden annesi babası ona pervane olan tek çocuğun hoşnutsuzluğu,marka tutkunluğu,ve neden 5 çocuklu bir ailenin  ortancasının diğerinin verdiği eskiyle mutluluğu..
Neden bir hastalık sıkıntı gelmeden için için yakaramayışımız..
Neden mesela bir gece mutluluktan uyuyamayışımız,çok sevdiğimiz ayı seyre dalamayışımız..
Neden namazı doğru düzgün kılamayışımız..
Neden vücut sağlıklı,akıl başta,ruh arayıştayken bom boş işleri esas alıp aralara namazı katışımız..
Neden doyunca daha zor namaz kılışımız..
Neden namazda konuşamayışımız,neden en az vakti ona ayırışımız..Onca anlatılmasına ve tek ip olmasına rağmen bir türlü sarılamayışımız...
Neden işlerin halli için namazsız bir aralığı daha uygun bulmamız,sonra namazsız aralığı rahat bulmamız,sonra hep aynı dibe ,belki daha da dibe inişimiz...
Neden dua diye hep şikayet edişimiz..
Neden himmet değil,hep nimet isteyişimiz..Nimetin devamına kendimizi liyakatli hissedişimiz,yatıp kalkmamızı namaz zannedişimiz..
Neden yatağın ve sofranın ve geçici arkadaşlıkların hakkını verip sıra namaza gelince yan yatışımız..
Nimetten,bol nimetten,şükredilmeyen nimetten,görülmeyen nimetten....
Farkedemedik mi...Eksiltelim o zaman..Yine bir matematik formülü candan..İçinde devam eden sonsuz bir 'şu nimetin fazlasının fazlasının fazlasının fazlasının............................fazlası' problemi var.Ters işlem yani.Eksiltelim o zaman..Elde kalan asıl nimeti bulalım,artık bir sonuç alalım.Allah ım yalvarırım..z.

Bağlantı:Ey İsrailoğulları anın,hatırlayın nimetimi ki....

11 Aralık 2010 Cumartesi

Hz. Mevlana

         Hz. Mevlana..Güneşe pervane olmuş,gönüllere güneş olmuş bir mana eri..Sırlardan sır almış,hikmetlerden hikmet,dileyen her gönle damıtmış da akıtmış Kuran ve sünnette ne varsa süzerek...Dinleyen gönüllerde ise anlamaktan acziyet..Anlamak yanmak çünkü,hamlığı kabul etmek,sabırla pişmek,yandıkça yanmak,yanmaktan lezzet duymak.Sol ayak beytte sağ ayakla aleme hizmete devam etmek,daireler boyu çile çekmek,üşüyen varken ısınamamak,üzülen varken sevinememek,koluna girip,ey kardeş diyerek hakka götürmek,insanı kendi kendiyle karşılaştırmak..Tavus kanadını yolana da,kaz gibi yiyip durana da bir çözüm önermek...
Hz.Mevlana..Bir ufuk çizgisi,kristal in ışık huzmeleri arasından sezilen..Dilinde hikmetten pınarlar,ilmihalinde hikmetli kurallar,bozulmayan abdest almak,bitmeyen namaz kılmak,aşık olmak,aşık olmak,anlatmak ne mümkün,anlamak ne mümkün...

        Kar giyen,nur giyen mana eri anlatsın,biz dinleyelim,güzeldir ancak anlayan güzelin dilini...Ruhlar dinlensin sükun bulsun,dinlemekle hal ehlinden gelen hikmetleri..Belki tamir olur böylelikle yazıp çizip düzelemeyen biçarelerin namazla bile ilgili problemleri,gizli münafık halleri...İsteriz ille himmeti,ille himmeti...


Hak Dostlarından Hikmetler - Hz. Mevlânâ (kuddise sirruh)-1


Osman Nûri Topbaş
Altınoluk

2010 - Aralık, Sayı: 298, Sayfa: 032

 İnsanın dünyâ ve ukbâ saâdeti, hayatında ruh ve beden âhengini temin edebilmesiyle mümkündür. Bedenin maddî gıdâya ihtiyacı olduğu gibi, rûhun da mânevî gıdâya ihtiyacı vardır. Rûhun en feyizli gıdâsı ise “hikmet”tir. Hikmet ehlinin söz ve davranışlarını tefekkür etmek, tıpkı bereketli nisan yağmurlarının toprağa bahar aşısı yapması gibi, ruhların da âb-ı hayat katreleriyle ihyâ olmasına vesîledir. Bu hakîkati Hazret-i Ali (r.a.) ne güzel ifâde buyurur:

“Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur.”

“İnsanları, düşündürücü hikmetli sözlerle îkaz edin ki, kalpleri huzur bulsun.”

Boş ve mâlâyânî sözler, insanı rûhâniyetten uzaklaştırdığı gibi, hikmetli sözler de ruhlara huzur ve ferahlık verir. Gündelik hayatın med-cezirleri / iniş-çıkışları içinde bunalan akıl ve kalp, hikmetli sözlerle uyanır, huzur bulur, hakîkatlere karşı âgâh hâle gelir.

Hikmete vukuf bakımından insanlığın zirvesinde yer alan peygamberlerin umûmî mânâda üç vazifesi vardır:

1. Allâh’ın âyetlerinin tebliğ ve tatbiki, yani ilâhî emir ve nehiyleri beyân edip uygulamak.

2. Tezkiye, yani insanların iç dünyasını mânevî kirlerden ve gaflete dûçâr edecek şeylerden arındırmak.
Bunların neticesinde de;
3. Kitap ve hikmetin tâlimi; yani kalpleri ilâhî hakîkatlere ve sırlara âşinâ kılmak…
Kur’ân-ı Kerîm, esâsen baştan sona bir hikmetler sergisidir. Hikmet, bütün hâdise ve varlıklarda meknuz olan ilâhî mesajlar ve sırrî hakîkatlerdir. Dolayısıyla hikmetin mutlak menşei Allah Teâlâ’dır. Peygamber Efendimiz (s.a.)’in bütün söz ve davranışları da, O’nun Hak Teâlâ’dan vahiy yoluyla telâkkî ettiği Kur’ân hikmetlerinin îzah ve şerhinden ibârettir.
Efendimiz (s.a.)’deki ilâhî hikmetlere en yakından vâkıf olanlar, şüphesiz ki ashâb-ı kirâmdır. Nitekim Efendimiz (s.a.);
“Ashâbım yıldızlar gibidir...” buyurmuştur.1 Hikmet nazarıyla bakıldığında, Kur’ân-ı Kerîm’de “yıldızların üç husûsiyeti”nden bahsedildiği görülür:

1. Semâyı tezyîn etmek: Her sahâbî de, İslâm semâsında ve mü’minlerin gönül dünyasında ayrı bir güzellik sergilemiştir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de Muhâcirler ve Ensâr’ı medhetmiştir.

2. Şeytanları Taşlamak: Fizikî olarak bu taşlamanın nasıl gerçekleştiği bizlere meçhûldür; bunun keyfiyetini Allah bilir. Fakat sahâbe-i kirâm da Kitap ve Sünnet’e ittibâ etmek, rûhânî bir hayat yaşamak ve yeryüzünde Allâh’ın şâhidi olmakla, dâimâ şeytanı taşlamışlardır.

3. Yol Göstermek: Yıldızlar, bulundukları mevkiler sâyesinde yön tespitinde ölçü teşkil ettikleri gibi, ashâb-ı kirâm da kıyâmete kadar gelecek olan bütün ümmete örnek hayatlarıyla rehberlik ederek, toplumları yanlış fikirlerden ve hurâfelerden kurtarmak için yol göstermektedirler.

          Cenâb-ı Hak tarafından Efendimiz (s.a.)’in mübârek kalbine bahşedilen hikmet, Efendimiz (s.a.)’den sahâbe-i kirâma, onlardan da Hak dostlarına, kâmil mânâda intikal etmiştir. Peygamber vârisi Hak dostları da, nebevî hikmetlerin nûrunu zamanlara ve mekânlara yansıtan mücellâ aynalar mesâbesindedirler. Zira insanlığın yaratılış itibârıyla îkaz, irşad ve terbiyeye ihtiyacı olduğu için, bu ihtiyacın kıyâmete kadar giderilmesi husûsunda istîdatlı kullar halk etmek, Allâh’ın sonsuz merhametinin bir îcâbıdır. Lâkin gerek peygamberler ve gerekse onların irşad vazîfesini devam ettiren velî kullar, hacmine ve derinliğine vâkıf olunamayan bir okyanus gibidirler. Herkes o okyanusun derinliğine istîdâdı nisbetinde dalabilir ve ondan nasiplenebilir.

        Bununla beraber, her fiilinde hikmet sahibi olan Cenâb-ı Hak, kâinattaki bütün varlıkları farklılık üzere yaratmış, kullarına da maddî-mânevî, apayrı husûsiyetler lûtfetmiştir. Bu bakımdan, kâinatta hiç kimse ve hattâ hiçbir varlık için tam bir ikizlik söz konusu değildir. Zira birbirine mutlak sûrette eşit iki varlık yaratmak, onlardan birinin varlığını hikmetsiz kılardı. Allah Teâlâ ise böyle bir noksanlıktan münezzehtir. Dolayısıyla iki insan maddî bakımdan ne kadar birbirine benzese de, gönül dünyası, tefekkür, tahassüs ve temâyülleri gibi sayısız husûsiyetleri bakımından mutlaka birbirinden farklıdır.

        Aynı menbâdan, yani Kitap ve Sünnet’ten feyizlenen sayısız Hak dostu da, aynı ışığı rengârenk bir sûrette yansıtan bir kristalin farklı kesitleri gibi, mânâ âleminde nâil oldukları tecellîlerin tezâhürü bakımından farklılık arz ederler.

         Bu meyanda Cenâb-ı Hak, bâzı velî kullarını Şâh-ı Nakşibend eyleyip mânevî tasarruf ve mârifetullah’ta eşsiz bir himmet deryâsı kılmış; kimini Mecnûn gibi aşk çöllerinde dolaştırmış; kimini hayret vâdilerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilâhiyye karşısında dilsiz kılarak sükût ve hâl lisânıyla irşâdın şi’riyyeti içinde yaşatmış, kimini Yûnus Emre gibi aşk-ı ilâhî bülbülü kılmış, kimini de Hazret-i Mevlânâ gibi, dilinden hikmet incileri dökülen, eşsiz bir mânâ deryâsı eylemiştir.

        Bilhassa Mevlânâ Hazretleri, hâl lisânına ilâveten, bir de sözlü beyâna memur kılınmıştır. Bu yüzden o Hak âşığı, kalemi, kelâmı, gönül eserleri ve feyizli sohbetleriyle; hakîkati arayan, Hakk’a teşne gönülleri asırlardan beri irşâd etmeye devam etmektedir.

        Mevlânâ Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfettiği ilim, irfan, sır ve hikmetleri, kendisine verilen müstesnâ bir beyan ve îzah salâhiyetiyle kelimelere aksettirmiştir. Bu bakımdan o, âdeta bütün Hak dostlarındaki gönül feyzinin tercümânı mevkiindedir.

          Mevlânâ Hazretleri’nin “Şeb-i Arûs / Hakk’a vuslat”ının sene-i devriyesi münâsebetiyle, bu yazımızda onun gönül diyarındaki hikmetler dergâhına bir tefekkür ziyaretinde bulunmayı arzu ettik. İşte Mevlânâ Hazretleri’nden, Kur’ân ve Sünnet ölçülerinin şerhi mâhiyetindeki hikmetli ifâdeler:

          Hz. Mevlânâ buyurur: “Kıyâmet günü; alacalı öküzler, yani kötü düşünceli kâfirler ve fâsıklar için korkunç bir kurban bayramıdır. O gün, öküzlere ölüm, mü’minlere ise bayram günüdür!”

           [Ölümü bir bayram sevinciyle karşılayabilmek için, canı ve malı bu dünyada Hakk’a kurban kılabilmek lâzımdır. Fânî hayatında canını ve malını Hakk’a kurban edemeyen, ilâhî hakîkatlere râm olamayan, kulluk vazifelerini îfâ hususunda tembellik gösteren, haramlara koşan nefsinin boynunu vuramayan gâfiller için kıyâmet, korkunç bir kurban edilme günü olacaktır.

           Zira ölüm, herkesin karşısına, yaşadığı hayatın keyfiyetine uygun bir vasıfta çıkacaktır: Kimine bir bayram sabahı mutluluğu, kimine de kâbuslarla dolu bir azap yolculuğu... Bu sebeple ömürlerimizi, kulluk heyecanı ve âdâbı ile geçirmeye gayret edelim ki; âhiretimiz, ebedî bir bayram günümüz olsun. Yani asıl bayram; mü’minlerin fânî dünyadaki takvâ imtihanından muvaffakıyetle Hakk’ın huzûruna çıktıkları gündür. Nitekim Hak dostları:

“Gerçek bayram yeni elbise giyene değil, Allâh’ın azâbından emîn olanadır.” buyurmuşlardır.]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Ay, geceye sabrettiği için apaydın oldu.”

“Gül, dikenin arkadaşlığına katlanıp sabrettiği için, ona çok güzel bir râyiha ve lâtif bir renk nasib oldu.”

[Çileyi yudumlamasını öğreten hikmetin başında “sabır” gelir. Çile, aşkın dostu ve yoldaşıdır. Çile ve iptilâlara tahammül, insanı olgunlaştırır.]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Şems -kuddise sirruh- bana bir şey öğretti:

«Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin!»

Biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum!..”

[Çile çekenin hâlinden, yine çile çeken anlar. Çilekeşin dostu, yine çilekeştir. Mü’min, mâtemlerin civârında, yalnızların yanıbaşında olmalıdır. Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

“Komşusu açken tok yatan kimse (kâmil) mü’min değildir.” (Hâkim, II, 15)]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Dostlarınızı sıkça ziyaret ediniz. Çünkü üzerinde yürünmeyen yollar, diken ve çalılarla kaplanır.”

[Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle der:

“Rasûlullah (s.a.), din kardeşlerinden birini üç gün göremezse, onu sorardı. Uzaktaysa onun için duâ eder, evindeyse ziyaret eder, hasta ise şifa dilemeye giderdi.” (Heysemî, II, 295)

        Din kardeşlerinin ziyaretleşmeleri, birbirlerini arayıp hâl-hatır sormaları, küçük şeylerle de olsa hediyeleşmeleri, sıkıntı ve sevinçlerini paylaşmaları; hem Hakk’ın rızâsına hem de kardeşlik, dostluk ve muhabbet bağlarının kuvvetlenmesine vesîle olur. Bunun zıddına, ihmâl edildiğinde ve yeterince emek verilmediğinde ise, kardeşlik gülistânı târumâr olur; ihtilâf, ayrılık ve husûmet dikenleri ortalığı kaplamaya başlar.]

      Hz. Mevlânâ buyurur: “Sağlık, sıhhat, âfiyet ve huzur çağında herkes dosttur. Ama dert çağında, gam vaktinde Allah’tan başka eş dost nerede!”

         [Gerçek dostluk, zor zamanların dostluğudur. Fakat pek çok insan, iyi gün dostudur. Gerçek dostluk ise dostunun saâdetini paylaşmaya gönüllü olmak kadar, felâket ânında ıztırâbını paylaşmaya da gönüllü olmaktır. Yine gerçek dostluk, yâr olup bâr olmamak, yani dostunun yükünü çekip ona yük olmamaktır. Bolluk ve rahatlık zamanlarının dostluklarını sahici sanmak, büyük bir hatâdır. Çünkü pek çok insan, menfaatinin dostudur. Bu sebeple zorluklarla denenmemiş bir dostluktan emin olunamaz.]

    Hz. Mevlânâ buyurur: “İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”
          [Sâlih dostlar edinmek, mü’min için tâlihlerin en büyüklerindendir. Zira nefis ve şeytan, kişiyi yalnız iken çok kolay aldatabilirken, sâlihlerle beraber olanlara kolay kolay yaklaşamaz. Bunun içindir ki hadîs-i şerîfte; “Toplulukta rahmet, ayrılıkta azap vardır.” buyrulmuştur. (Münâvî, III, 470)
          Dolayısıyla hem sâlihlerle beraber olmak, hem de sâlihlerin bir ve beraber olması, toplumlardaki yozlaşmalardan ve mânevî erozyonlardan korunabilmenin en güzel çâresidir. Bunun aksine, sâlihlerden uzak durup fâsıklarla ülfet etmek de mânevî hayata zehir serpmektir. Zira İmam Gazâlî Hazretleri’nin buyurduğu gibi, fâsıklar ve gâfillerle zâhirî beraberlik, zamanla zihnî beraberliğe, zihnî beraberlik de bir müddet sonra kalbî beraberliğe dönüşür. Bu ise, insanın adım adım helâke sürüklenmesidir. Bunun içindir ki diğer bir hadîs-i şerîfte de:

          “Yalnızlık, kötü arkadaştan daha hayırlıdır; sâlih bir arkadaş ise yalnızlıktan daha iyidir…” buyrulmuştur. (Hâkim, III, 343; Beyhakî, Şuab, 256/4993)]

           Hz. Mevlânâ buyurur: “Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmanın mahsûlüdür. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.”

           “Nûr ve kemâli artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.”

            [Nitekim Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh-:

“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.
Yine bir gün kendisine:
“–Efendim! Namazı birinci safta kılmanın fazîletini anlatır mısınız?” dediklerinde de helâl lokmaya dikkat çekmiş ve:
“–Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, ona bak! Kazancın helâl olduktan sonra, hangi safta dilersen namazını orada kıl; bu hususta sana güçlük yoktur.” cevabını vermiştir.]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Ameli olmayan hikmetli söz, ödünç alınmış süslü elbise gibidir; bunu böyle bil!..”
“Hâl ile öğüt veren, sözle öğüt verenden iyidir.”

[Nitekim Efendimiz (s.a.) de insanlara tebliğ edeceği hakikatleri evvelâ ve bizzat kendi hayatında tatbik ederek en güzel bir fiilî kıstas, mükemmel bir numûne-i imtisal olmuştur. O’nun hâli kāline, özü sözüne mutâbık olduğundan, sözleri gönüllerde tesir bereketine mazhar olmuştur. Zira ancak kalpten çıkan sözler muhâtabının kalbine kadar nüfûz edebilir. Gönülden gelmeyen, yaşanmayan, sırf dilin söylediği sözler ise bir kulaktan girip diğerinden çıkar, hâl ve davranışlarda hayırlı bir tesir hâsıl edemez. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îmân edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?!” (es-Saff, 2)]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Öyle bir abdest al ki, hiç bozulmasın.”

[Bu dünyaya Hakk’a kulluk için geldik. Mâlûm olduğu üzere Kur’ân okumak ve namaz kılmak gibi kulluk tezâhürleri, abdestsiz olarak icrâ edilemez. Hiç bozulmayacak olan abdest ise, mü’minin son nefesine kadar kulluk şuurunu muhâfaza edebilmesidir.]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Öyle bir namaz kıl ki, hiç bitmesin.”

[Bir namazın kılınma süresi takrîben on-onbeş dakikadır. Sonrasında ise kalbin namazdaki gibi muhâfaza edilmesi lâzımdır. Zira muhâfaza edilemeyen kalp gaflete dalar; bir zaman sonra fahşâ ve münkere / hayâsızlık ve ahlâksızlıklara doğru kayabilir. Hâlbuki hakkıyla kılınan bir namaz, kulu fahşâ ve münkerden alıkoyar. Demek ki ibadetlerin makbûliyetinin alâmeti, ibadetten sonraki hâlin de ibâdetteki gibi olmasıdır. Bu yönüyle Hak âşıklarının namazı dâimîdir, onlar her nefes Hakk’ın huzûrunda oldukları şuuruyla yaşamaya gayret ederler.]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Âşığa beş vakit namaz yetmez. Beş yüz bin vakit ister.”

“Gerçek âşık, vuslatın bitmesini hiç ister mi?”

[Namazın en büyük lezzeti, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak ve O’nunla beraber olmaktır. Nitekim âyet-i kerîmede; “Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyrulmuştur. İbadetlerin mânevî zevki, maddî zevklerle kıyas edilemez. Nitekim tâcını-tahtını terk edip ilâhî aşk deryâsına dalmış olan İbrahim bin Edhem Hazretleri buyurur ki:

“İlâhî muhabbetteki vecd ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini de krallıklarını da fedâ ederlerdi.”

Nefsânî lezzetlerin alâmeti, tadılınca arzu ve hevesin sönmesidir. Mânevî lezzetler ise tadıldıkça daha büyük bir şevkle arzulanır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak’la gerçek bir mülâkat hâlinde kılınabilen bir namaza doyum olmaz. Bunun içindir ki Hak âşıkları namazdaki o vuslat hâlinin bitmesini hiç istemezler.]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Ey kardeş! Sen, tefekkür ile hayat bulmalısın… Eğer tefekkürün gül ise, sen gül bahçesindesin. Tefekkürün diken ise, külhan kütüğüsün!”

[Akıl ve kalp, sürekli bir şeylerin tefekkürü hâlindedir. Fakat aklı ve kalbi dâimâ Hakk’ın râzı olduğu hususların tefekkürüne hizmetkâr kılmak gerekir. Zira makbul olan tefekkür, nefsâniyet bataklığından zehirlenen değil, rûhâniyet iklîminden feyizlenen tefekkürdür.

Nefsânî ve şeytânî hususların tefekkürü, insanı gaflete sürükler, nefsinin kölesi hâline getirir. Rahmânî ve rûhânî hususların tefekkürü ise, kalplere rikkat verir, ibâdetlerde huşûyu artırır, kulu nefsânî ihtiraslardan muhâfaza eder, sır ve hikmetler ikliminin seyyâhı eyler.
        Nasıl ki bir arabanın deposunu benzin yerine suyla doldurmak, o arabanın motorunu ifsâd ederse, ruhları ihyâ edecek bir tefekkür iklîmine girebilmek için aklı ve kalbi mâlâyânî ile değil, hikmetle meşgûl etmek îcâb eder. Nitekim bayat ve bozuk malzemelerle doldurulan bir tencereden lezzetli bir yemeğin çıkması beklenemez. Bu sebeple, tefekkür dağarcığımız için lüzumlu şeylerle lüzumsuz şeyleri iyi ayırt etmeliyiz. Nitekim kurtuluşa eren mü’minler hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3)
Hadîs-i şerîfte de:
“Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, müslümanlığının güzel olmasındandır.” buyrulmuştur. (Tirmizî, Zühd, 11)]
Hz. Mevlânâ buyurur: “Dünya nimetlerle dolu olsa, fareyle yılan yine toprak yerler. Tahtanın içindeki kurt; «–Kimin böyle güzel helvası var!» der.”

“Eşek müşteri olup bir şey alacak olsa, elbette ham kavunu alırdı.”
“İnsana, aradığı şeye bakılarak değer verilir.”
[Temâyül ve yönelişleri, insanın aynasıdır. İnsan aradığı şeyi düşünüp hayâl eder, düşünüp hayâl ettiği şeyin arayışı içinde olur.
O hâlde dikkat: Neyi arıyoruz? Arayışlarımızın kıblesi dünyâ mı ukbâ mı? Hayallerimizin rotası nefsâniyet çizgisinde mi, rûhâniyet istikâmetinde mi?.. Unutmayalım ki saâdeti sefâlet çarşısında aramak, en büyük ahmaklıktır!..]

Hz. Mevlânâ buyurur: “Tohum toprağa düşse onun için «öldü» denebilir mi?..”

“Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme!”

“Sakın ola ki, öldüğüm için bana ağlama! «Yazık oldu, yazık oldu!» deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!”

“Cenazemi görüp de; «Ayrılık, ayrılık!» deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, (Rabbimle) buluşma, yani vuslat vaktimdir!”

“Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; «elvedâ, elvedâ!» deme! Çünkü mezar, öteki âlemin, cennetler mekânının perdesidir!”
“Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör! Düşün ki, Güneş’le Ay, batıp gözden kayboldukları zaman onların nûruna bir ziyan gelir mi?”
“Bu hâl, sana; batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır!”

[Gerçekten de insan, maddî yapısı itibârıyla, önce bir tabiat unsuru olarak toprakta, bir müddet baba sulbünde, sonra bir süre anne karnında, nihâyet anne-babanın kollarında, bir zaman da ebeveynin kalbinde bir ömür sürer. Ardından, dünya beşiğinden kabir beşiğine tevdî olunarak, mezar, kıyâmet, cennet veya cehennem yolcuğuna çıkartılır.
          Dolayısıyla ölüm bir yok oluş değil, yeniden dirilişin ilk adımıdır. Tıpkı ana rahmindeki bebeğin oradan irtibâtını keserek dünyaya doğması gibi, rûhun bu fânî âlemden kurtulup ebedî bir hayatın sabahına doğmasıdır.

          İnsanoğlu orada dünyada yaşadığı hayattan hesâba çekilecek, bunun neticesine göre ya sonsuz bir saâdete kavuşacak ya da -Allah muhafaza buyursun- ebedî bir azâba dûçâr kılınacaktır.

          Velhâsıl mü’minin vazîfesi, dünyada ölümden ürperip kaçmak yerine, ona hazırlanmak ve onu güzelleştirmeye çalışmaktır. Düşünmek gerekir ki, yüz yirmi dört bin küsur peygamber, sahâbe-i kirâm, sayısız evliyâullah, ölümü güzelleştirmeyi bildiler. Şimdi onlar, cennet bahçelerinden bir bahçe olan kabirlerinde kıyameti beklemektedirler. Bizler de ebedî saâdetimiz için fânî günlerimizi Hakk’ın rızâsına uygun şekilde geçirmeli, kendimize güzel bir kabir hazırlamanın değil, kabre güzelce hazırlanmanın gayreti içinde olmalıyız.]

        Cenâb-ı Hak, ilâhî hikmet tecellîlerinden gönüllerimize hisseler nasîb eylesin. Cümlemizi, dünyaya geliş ve ukbâya gidişin hikmetinde derinleşebilen sâlih mü’minlerden kılsın.



Âmîn!..

         

10 Aralık 2010 Cuma

Dünyanın Formülü

        Orda bir yer var uzakta.O yer bizim yerimizdir,gitmesek de,görmesek de,biliriz ki ordan gelmişizdir...Eveeet,burdan sonrası trallallallal laaaa diye gitmiyor tabi,o çocukluk şarkısındaki gibi..Hep ite kaka,çünkü,burdan sonrası dünya..
        Öyle bir yer vardı.Dışardan görünmeyen,içerden eşsiz lezzet.Adı cennet.İçinde sonsuz nimet ,yiyecek vardı,ama yoktu ne acıkmak ne susamak,ne bunların posasıyla uğraşmak,ne pişirmek,ne dondurmak,ne ekmek biçmek,ne emek...Kristal köşkler vardı ama,ne temizlemek,ne yenilemek,ne iklimlendirmek,ısıtmak,soğutmak,hatta üşümek ve ne de terlemek...İpekten şeffaf elbiseler vardı,ama ne modası geçmek,ne bedeni,ne rengi ne ahengi sorun etmek..Sevgiye tomurcuklanmış göğüslerde kalpler vardı,ama içinden kin sökülmüş,kıskançlık kaldırılmış.Eşler vardı,gözünü gözünden ayırmayan,daima aşık,gözü başka bir şey görmeyen,ama ne gurur ne zıtlık,ne kadının fendi,ne erkeğin zevki,ne de evliliğin aşkı öldürdüğünü fısıldayan bir bilgi.Sadece sonsuz nimet,sonsuz nimet,ama insana sınırsız değil,her şey serbest de şu ağaç değil..Ey insan anla ki senin bulunduğun hiç bir yer sınırsız değil,senin değil,sana yaklaşma denen şu ağaç uçurum,doruk değil zirve değil..Ama insan yaklaştı yasağa,içinde yaşadığı nimete yeni bir formül bulmaya.. Formül basit oldu,sonuç sonsuz karmaşık.İçine hata karışan her işlem gibi çapraşık.
         (Sonsuz nimet) x (hata) = Dünya
         Sonsuz nimet parantezindeki herşey hatayla çarpılıp başka bir forma daha büründü,artık yer çokluk,zıtlık,çeşitlilik yeri oldu.Nimetin yanına bir de külfeti kondu.Her nimetin bir de bedeli oldu.Sadece yemek yemenin,acıkmak,yemek bulmaya çalışmak,yemek ve çıkarmak külfetlerini saysak da yemek için mi yaşıyoruz felsefesini yapanların düşüncelerine bir göz gezdirsek,erkeklerin almak,kadınların pişirmekle ömür tükettiği yiyeceğin,artık sunisini GDO sunu filan hesaba katmasak bile dünyayı anlamaya yeter..Duyguların bu formüle girmiş hali işte,sığınmayan insanı hasta eder.Burası böyle bir yer..
         Acilen o kelimelere sarılmalı,Adem as.ın hatırasıyla,onun yakarışı gözyaşıyla,Rabbimiz,biz kendimize zulmettik,eğer bağışlamaz merhamet etmezsen,biz hüsrana düşenlerden oluruz...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Sonsuzluklara....Sonsuzluklara........

Bir yıl daha yaşandı ve bitti.
Küçük kederleriyle,büyük sevinçleriyle.
Her hangi bir yıldı,çok önemli değildi.
Seni düşündüğüm bir kaç andan başka...

        Neler yaşandı,neler geçti,ne akşam kızıllıkları,ne sabah alacakaranlıkları,ne geceler kim bilir?Ahiretteki süre tahminimizin ispatı,dün gibi 1431 yazıp hilal resmi koyuşum yazıya,mucize diye sevinişim..Ömür defterinden bir yıl daha eksildi.Çocuklar bir yaş daha büyüdü.Yaşlıların ağrıları biraz daha arttı.Gençlerin deli akan kanları biraz duruldu,ergenlik dönemi çocuklarının içini sel aldı belki.Belki derin bir dönemeçti,geçildi.Kaç bebek dünyaya geldi,ve kaç ,kaç yaşında olduğu önemini yitiren insan ebedi aleme gitti...

        Velhasıl,her bitiş bir başlangıcı getirdi.Yarın yeni bir yıl başlıyor,hayırla,bereketle,güzel niyetlerle dualarla inşallah..Kutlamanın yemek yerine oruçla olması ne ilginç,dilek tutmanın namazla,mum üflemek yerine gece bir kandil yakmak,takvim yaprağı yerine ayı izlemek...Kendini ayda bulmak,karanlık tarafında kalsak da üzülmemek,ille dolunay olacak demek,hilalin iki sivri ucu arasında gidip gelmek...Tek karının O nu anmak olduğunu bilmek...1432,sabırla,şükürle,muhabbetle..

         Nice yıllara ne yavan,ne anlamsız bazen,sonsuzluklara,sonsuzluklara....

    

2 Aralık 2010 Perşembe

Hayata Ruh Katmak İçin Ne Yapılabilir?

       Düşünüyorum,düşünüyorum,bir önceki yazıdaki cümleleri ilk duyduğumda iyi ama nasıl deyişim geliyor aklıma ne kadar istemiştim,şöyle somut bir kaç öneri,bu hafta cumartesi soru soran o masum kız,nasıl olacak peki? deyip imdat isteyen,somut bir şeyler söylesen diyen özlem,yeniden düşündürdü beni,halbuki bu iş öyle görünmez ve başka bir elle ki sanki,ve bir varmış bir yokmuş gibi...Şimdi ne olur ufacıcık bir parça yakalayan söylesin,yazsın,beraber uğraşalım hayatımızı yapılandırmaya olmaz mı?Benim duyduklarımdan aklıma gelenler,


  •        Bolca gözlem,etrafa bakmak,geceyi,gündüzü seyretmek,kuşun kanat çırpışını,bir kedinin sıçrayışını,yaprakların düşüşünü izlemek...
  •        Küçük ayrıntıları görmek,keşfetmek...
  •        Bir çiçeğin bakımını üstlenmek.
  •        Renkli ekranlar yerine,camdan dışarıyı,özellikle gökyüzünü izlemek..
  •        Kendine bir örnek belirlemek,hayat şablonunu çıkarmak,ve koordinatlarını belirlemek..
  •        Her işi yaparken ayrı bir konsantrasyon geliştirmek,özdeşim kurmak,çağrışım oluşturmak.Peygamberimizin burada yaptığı her şeyi ahirete bağlaması gibi..Su içerken,sudan çok aşk istemesi gibi..Yemekle cennet taamı,giyecekle ahiret libası istemesi gibi,ve bunlar için onu daha iyi tanımak..
  •        Okumak,en dar ve geniş anlamıyla,Allah ın adıyla okumak..
  •        Her işte ,bulabildiğimiz kadar Esma yı hatırlamak,temizlikte Kuddüs gibi,severken Vedüd gibi..
  •        Dıştaki herşeyin içteki aksini aramak..Yemeği yakmamak,taşırmamak,kıvam tutturmaya çalışmak..
  •        Hayalperest olmak,yanımızda bir çift göz hayal etmek,keşke hep becerebilsek..
  •        Haram denilen sınırları iyi bilmek ve ihlal etmemek,her sınr ihlali zevk alabilme yeteneğini bir nebze daha köreltir çünkü.İçki içen için her şey artık içkiyle güzeldir.Sigara içen için içmeyenler keyifsizdir.Hep müzik dinleyen sessizliğin güzel sesini unutur,sessizlik sıkıcı gelebilir.Damağını kuvvetlendiren somun ekmeğin tadını alabilir mi?
  •        Oruç tutmak,iftar etmek.
  •        Gerçek çözüm merciiyle,Rable konuşmak,ne ve neden yapmaya çalıştığını ,yapamadığını içtenlikle anlatmak .
  •        Her halin bizim için olduğunu peşinen kabul etmek.
  •        Küçük olduğunu kabullenmek.
  •        Küçük şeylerle mutlu olmak.
  •        Gülümsemek.
  •        Gizlice ağlamak,yeniden gülümsemek.
  •        Kendinden başka birilerini mutlu etmeye çalışmak.
  •        Aşık olmak,olmuyorsa aşık taklidi yapmak,40 gün dersek olur ya....
  •        Sevmek,sevmek,sevmek....
  •        Bir dosta kulak vermek..Sonradan geldi,iyi geldi Hilal,sağol...(26ocak2011)
      

  
   

30 Kasım 2010 Salı

Kıvam,Terkip,Hayat ve Monotonluk

       Hayat bir kıvam istiyor insandan..Bunun için sürüp gidişi,olur da bir gün ortaya leziz bir şey çıkar  mı bekleyişi..Zaten yok mu her şeyin bir terkibi.Su bile iki hidrojen bir oksijen değil mi..Şu her gün göre göre alıştığımız su,tıpkı insan gibi,nedir insanın terkibi peki,bir kaç damla kan binbir türlü endişe mi sahi...Her gün bambaşka bir halde oluşumuz göstermiyor mu içimize bir şeyler katıldığını ya da eksildiğini...Harcamıyor mu,israf etmiyor mu insan en somut, basit ve anlık lezzetlerde tarif,kıvam,kombine yeteneğini...Bugün neyim eksik benim..Neyim fazla ki böyleyim..Kıvam tutmamış,vasat nerelerde kalmış..Bir baksak,kokusundan anlasak,kokuyor buram buram aslında,ah bir koklasak,kaçmasak..
       Bu tatlının üzerine meyveli sos,bu elbisenin üzerine şu kolye,altına şu ayakkabı,damağımda şu lezzet,kolumda sevgilim bile bir kombinenin parçaları..Ununu fazla koymuşum sert oldu böreğim,dua edememişim yavan oldu işlerim,rast gelmedi niye,faydasız bir iş mi acaba,içine hangi duygu olmalıydı..Bu hareketin üstüne bir tebessüm ne iyi giderdi,bense donup kaldım,akmadı,olmadı..Oysa bir krebi tutturmak,bir pilavı tutturmak zor bir iştir,uğraşırız,ben onlardan önemsiz miyim...Ruhum taşlaşana kadar beklemesem,bir yöntem geliştirsem olmaz mıydı,üstünden kaç gün geçer pişirdiğimiz yemeğin,ruh bekler kandilden kandile,ölümden ölüme,çaresizlikten hastalanmaya yenilenmeyi,ille dara düşünce mi..





Güne yeniliksiz başlıyoruz her sabah
Aynı kör aynasında küflü alışkanlıkların
Süsleyip saklayarak sıkıntılarımızı
-Kendimizden bile-
düşüyoruz ömrümüzün o ölü çizgisine
duyarsız,devinimsiz,umutsuz
Güne heyecansız başlıyoruz...

Şükrü ERBAŞ




        Ne kötü değil mi? Neden hayat monotonlaşır..Her gün aynı iş..Çoluk çocuk, gönder,gelsinler, iş,bulaşık,yemek, çamaşır..Her gün aynısı..Kapansın perde akşam olsun,açılsın sabah olsun ondan mı...Aynı insanın aynı işi aynı şartlarda yapma imkanı var mı, asla,iş aynıysa da neydi formül,verene duayla,iş+ruh+sonsuz,hiç bir zaman aynı olamaz yaptığın iş,aynıysa fena,ruh yok işin içinde sonsuz yok.Yetişmeyen zaman var,iş bile şikayetçi bizden,kaybolmuşuz kendimizden...Renk,tat,koku,dekor değişikliği ne kadar önler sıkılmayı,bir an,gün,hafta sürer mi,malesef..Ruh katmalı hayata,ve hayat vermeli her an ruha,dilenmeli kudret akışlarının sahibi Hayy olandan....

29 Kasım 2010 Pazartesi

Tarz Sahibi Olmak ve Moda

     Geçen haftalarda ablam tarz sahibi olmak lazım deyince,Ankara da yaşayan ve avmlere gömülen bir şehrin şahidi olan herkes gibi ben de billboardları hatırladım ve de onları ilk gördüğümdeki düşüncelerimi,ne diyordu,tarz sahibiyim onun için ank.amall deyim.Halbuki hiçbirinde tarzdan eser yoktu,görünen resimlerin,kıytırık bir şapka veya kolyeden başka...Herkesin aynı şeyi giymeye çalıştığı,aynı rengi,modeli,kumaşı,aynı çirkin çizmeyi sırf moda olduğu için mesela,ve sadece bu ürünlerin ve bir de büyük bedenlerinin satıldığı bir yer nasıl tarz sahibi yapar birini,her mevsim değişir mi bir insanın tarzı,aynı anda tüm şehrin içine sarı giyme ilhamı gelir mi,hani vardı renklerin dili...Geçen sene alıp bu sene de giyemezsin yeni ve sıcak çizmeni,çünkü ucu sivridir,ya da düzdür,ve ya topuksuzunu arayamazsın,anne modeli dedikleri bir şey verip gülerler bir de,bir de dizi karakterleri belirler ne giyeceğini o daha beteri...Eşarplarda artık çiçek demodeymiş.Ayakkabı,makyaj malzemesi,bisküvi,çay seti,şehir silüeti,çapa ve gemici dümeni..Hatta buradaki markalar da yerel olduğu için ikinci sınıf olmuş.Mümkünse burberr.y,luıswitton,dior,eşarpçı arkadaşım diyor,bu bayram pudra ve gri satmaktan öğ diyor,tesettür modası ve defilesi fikri,ille aynı tip üretilen dış kıyafet serisi....
       Bayramda çok saygı duyduğum bir yaşlı hanımefendinin evi,balkonunda ayrı bir oturma grubu,duvarda küçük raflar geyik silüetli biblolar,minik süsler,ortada bir sehpa,dergi sayfasından kesilmiş gibi..Sehpanın üstünde altında evin düzenine inat dağınık bırakılmış bir sürü dergi..Ne peki,Skylıfe,th.y dergileri,peki kim okuyacak şimdi bunları,kendisi cüzünü okuyor içerde,dolabın içinde güllü yasininin yeri..

       Halbuki böyle mi olmalıydı müslümanın giyimi,evi?Ne güzel diyordu ablam,her şeyin bir anlamı olmalıydı insan için,açıyorsa başını bir anlamı,kapıyorsa bir anlamı,bugün giyindiğinin bir anlamı,dün giyindiğinin bir hatırası..Köşeye koyulmuş çiçeğin evin ruhuna bir katkısı..Kullandığı ve kendisine hizmet eden şeye vefası...Moda değil diye atabilir mi müslüman,ismini öğrenmekle anlam bulduğu eşyasını,efendimiz değil miydi isimlendiren eşyasını...Soramadım,bulamadım ne isim vermiş acaba efendimiz o eşyaya,çokluğun acısını ilk kez bu kadar derin hissettim..Moda insan ruhuna ve bireysel farklılık ve farkındalığa vurulmuş bir darbedir.Hiç bir şey için değilse vefa duygusunu yok ettiği için onunla mücadele edilir..Bir de sosyolog gözüyle bakmak için imaj ve takva okunabilir.(F.Karabıyık Barborosoğlu)
       Ne çok kıstas var diyordu halbuki,yahudiye benzemeyeceksin,hristiyana benzemeyeceksin,erkeksen kadına,kadınsan erkeğe benzemeyeceksin,benzemeyeceksin yani özgün olacaksın,sadeliği seveceksin,şu elbise de ne güzel alsan diyene,sonra giyeceğiz diyeceksin,üstündekini beğenene hediye edeceksin,hırkanı kilometrelerce ötede bir sevdiğine hediye edeceksin..Ve o hırkayı sen giymiş olacaksın,sevdiğine en büyük armağanın senden bir dokunuş olacak..Ne giysen ne güzel olacak,kırmızı giyince kırmızı kırmızı olcak,sen mavi giyince mavi güzel,sen giyince siyah güzel,beyaz güzel...Tarz sahibi olacaksın...ve içten içe bileceksin ki en güzeli takva libası....

28 Kasım 2010 Pazar

Korunaklı Şiirler Yaz Bana...sevgilim olmayan sevgili....

Bir şiir uzun yollardan tuttu çağırdı beni..Ne cümleler buldu,ne sözler vurdu beni..Ama bu başka..Şaşkınım buluştuğumuza,dedi yazamadın oku bari,başımı sokacak bir yer edin hadi..Hep dilenciyim,hep dilenciyim...Bağışlaması,sevgisi bol sevgili....


Dilimde ay tutuldu../..dilsizim



korunaklı şiirler yaz bana, sevgilim olmayan sevgili

sağanak yağışlı günlerimde sığınacağım bir yer bulunsun

bari, şiirlerde bir ev'cağızım olsun



üç oda bir salon yalnızlığımı kiraya vereceğim

heveslenme, senin için düşlerim başka

aklını başından alıp, gezmeye götüreceğim



ne güzel gülüyorsun, dudaklarında eski İstanbul resimleri

öyle kal lütfen, yüzüme baktığın anın resmini çekeceğim



sana söz veriyorum, sen de bana umut ver

sonra her şeyi unutup, ülkeme geri döneceğim




anlayışımı kaybettim, beni anla

karşılığında gözlerimin kahvesinden içireceğim

düşe kalka düşledim, son baharım kaldı

beni şimdi tutmazsan, dudaklarına devrileceğim



oturaklı şiirler yaz bana, sevgilim olmayan sevgili

yorgun günlerimde dinleneceğim bir yer bulunsun

şiirlerde bari, bir nefeslik yerim olsun

Pelin Onay

27 Kasım 2010 Cumartesi

Pişmanlığın Sağlaması..

    Babadan kalma bir duygudur belki bu sürgün hayatın yalnızlığı.Başka yerde sürgün vermeye neden olan hatanın pişmanlığı,kalpte yeşertilen kelimeler ve dudaktan yükselişi göğe,uçmağa,cennete,gelinen yere..Ta Adem babadan.Bir peygambere,ilk peygambere baba demek ne güzel hem,onunla bir kader birliği kurmak,sonra son peygamberin ben onları babaları gibi tanırım müjdesini duymak,evlat olmak,çocuk olmak kadar güzel böyle bakınca...
    Ama evet,bir pişmanlıkla indiğimiz bu yerden dönüş yolumuzun basamakları pişmanlıkla örülü ,amanla, özürle,hep bir hüzün ve özlem içimizde farkedemediğimizde bile..Ve Rab,Tevvab..Kabul eden bu dönüş isteğini,ilham eden hem kapı aralayan şifreyi,ta içimize,kelimelere kalbini açıp dilinden ve gözünden döküp yükseltene,zulmettiğini farkedene...Hüsrana düşmemek için eman dilenene..
    Ve affedilir kul,yaptığı zulümden dönünce,sarılır sarmalanır kalbi,sağalır yaraları,ama hiç bir şey eskisi gibi değildir artık,burası hayatın en kaygan zemini.. Adem ve Havva (as)ağladılar, aradılar ,yandılar buluştular ,affolundular ,ama karşılığında cennete geri dönmediler,en azından hemen..Dönüş yolu,kendi dikenlerimizle dolu,her basamakta zulmümden yaralanan kalbimin kabukları düşer düşmez,o zulmün ete kemiğe bürünmüş hali karşımdaymış meğer..Eş,çocuk,arkadaş,komşu,öğrenci ya da her kimse ,tam bir felaket kaçtığın kendinle yeniden karşılaşmak ve onunla uğraşmak...En çetrefilli problemi çözdünüz,artık alınmıyorsunuz mesela kırılmıyor seviyor,hüsnü zan ediyorsunuz,o da diyelim ki yani inşallah,sonra sağlaması bak bakalım nasılmışsın,ne yapmışsın,al sana alıngan bir çocuk,ya da bir arkadaş,ya da eş,içerden böyleydi anladın, dışardan nasıl duruyormuş yaptığın...
     Burası kaç haftadır,durup bakakaldığım,korkuyla zorluğun kolaylığına sarıldığım yerdir.Kızım hemen öncesinde anne ben güzel değilim dediğinde gözümün önüne dizilen yıllar,annemin çaresiz tesellilerinin içime oturduğu yerdir,kendi çocukluğunla 25 yıl sonra karşılaşmak,nasıl bir şeydir?
     Zor,tevbeler tevbesi...

26 Kasım 2010 Cuma

Adem ve Havva-Zıtların Birliği

     Havva bir tasavvurdan çıkıp bir beden giyinince insan iki oldu,yalnızlık kayboldu,her şey zıttıyla kaimdi,teklik bitti ikilik dünyası oluştu.Geniş alan daraldı,gidilecek yere hazırlandı,öyle ya,dünya zıtlıkların dünyasıydı...İstenen o ki her zıt bütünü oluştursun ve ortaya bir şekil çıksın,daire mesela...Evlilik de bir şekil böyle bakınca,daireyi tamamlamak amaç,çapın iki karşıt noktasından bakabilmek hayata..Çember bile değil istenen,ille daire içi dolu dolu yani bu karşıtlıklardan birbirine bağlanan doğrularla,binlerce doğruyla dolu,tamamlandı mı,bitti mi işin,hayır,çap genişlesin,gönül genişlesin...
     İki zıttın birleşip bir ürün verebilmesi evlilikse,her zıt evlenecek,burada,sükun bulmak için fıtrata uymak için.Çünkü zıtların sükun bulduğu yer Allah..Fıtratallah...
     Dünya,ahiretle evlenmeli,ahiret fikri dünya düşüncemi döllemeli ki ortaya amel çocuğu çıkabilsin.İmanla amelin niyedir kitapta bunca birlikteliği..Önce,sonrayla..Yeni,eskiyle...Aşikar,gizliyle...Hastalık sağlıkla,bolluk darlıkla,varlık yoklukla,kötülük iyilikle,hayat ölümle evlenmeli,baskın olmalı baki olan,sözü geçmeli...Bu da geçer ya hu,tablolardan inmeli,şu varlık dünyasına bir hiç nakşedilmeli...Ki benden beklenen bir doğumdur,hem de kendi kendimi,üç karanlıktan geçerek bir çocuk doğacak,sahici..
     En büyük zıtlık yine insanda,kadın ve erkek.Bunu çözebilen hayatı çözdü demek.İhtilafta rahmet varmış,farklılıkta bereket..Hep kendi cinsinin üstün olduğunu zanneden,okuyamıyor demek..Zaten kendini iyi zannedene cahil deniyor,görmemiş güzelini belli ki,bildiği sadece elindeki..........imiş....
    En büyük zıt kadınla erkek..Hem aşk,hem nefret,yumuşakla sert,celalle cemal,köşeliyle yuvarlak,düzle detay,ve bir sürü farkındalık,bambaşka iki gözlük,dünyaya başka bir gözle bakmak demek,ne heyecanlı olsa gerek,ama çok zor bazen nefes alabilmek,ve sağ çıkabilmek bu zıtlık iklimlerinden...

21 Kasım 2010 Pazar

Kurban,Bayram ve Yolculuk İçin Kendime Notlar

           Bazen biliyorum zannedilenler aslında bilinmiyordur,bir anda yeniden bilir oluruz.Bazen bilinenler yaşanmıyordur,eksikliğini hissederiz.Bazen başka bir biliş gerçekleşir,keşke yerine bir dahakine niyetlenmeler gelir,dersler alınır bazen,yazılmazsa kaybolur,okununca bir kez daha bir şey eklenir...


  • Yolculuğa çıkmadan,bulunduğun yerdeki evliyayı ziyaret et,yol üstünde muhakkak bir evliya ziyareti yap,yol ve sen müsait olmasanızda...(Şekerli amcayı anmayı unutma..)
  • Gittiğin yoldan dönme,muhakkak başka bir yoldan dön,daireyi tamamla,yenilen,heyecanını yitirme...
  • Dönmenin zor gelmesi üzerine tekrar tekrar düşün..
  • Seni sen yapan şeylere odaklan,kıyaslama,kıyaslanma.Rabbinle bağını bir an olsun koparma,bol bol istiğfar et,hamd et..
  • Ders al,ibret nazarıyla bak,kendine dersler çıkar ama lütfen sessiz ol,önce bu dersleri hazmet,konuşma..
  • Çocuklarının,onların sesini dinlemenin,beraber olmanın tadını çıkar,şeker çikolata makarna yemelerine göz yum..
  • Ye,dua et,sev..Her şeye rağmen sev,hele onun memleketindeysen..
  • Yeni tatları ve sana nasıl sunulduğunu farket,aslında hep bildiğin tatların o taklit ambalajların arasında nasıl muhteşem göründüğünü,o müthiş koku ve özel ambalajları arasında,yeşillikler arasından sunulan o güzel tatlar..Evet meyveler...Farket ve hamd et..Elden geldiğince doğal,işlemsiz beslen,hayret et,hayran kal..
  • Yaşlılığın için bol bol dua et..Hataları elinden geldiğince görmezden gel..Mimiklerine hakim ol...
  • Mümkünse Mesnevinden uzak kalma,üç gün bile olsa..
  • Çocuklarına hatıra bırakmak üzere değerli bir yüzük edin,bu şıktan tam emin değilim,bir yanım için parlasın diyor,bir yanım hatıra değerli diyor..Bu bayram bulunduğum konum beni yanıltıyor olabilir:)
  • Sınırlarını bil,çekemeyeceğin yükün altına girme..
  • Kırık mealle hadis ezberle,elmastan damlalar işte bunlar.. 
  • Mümkün olduğunca çok ev ziyaret et,her seferinde yeniden niyetlen,yasak savma olmasın ziyaretlerin. 
  • Her evin kokusunu hisset,ızdırabını,bununla karşıladığı bayramını,hiç bir şey gelmiyorsa elinden dua et.. 
  • Ufacık da olsa bir hediyen olsun elinde..
  • Herkesle göz göze gelme.Gözünün içine bakma.Unutamayacağın mesajlar verebilir bir bakış..
  • Öfkeyle başa çıkma yolları geliştir.İçindeki kıvılcıma su dök..Kıvılcımın varacağı yer ateş çünkü..
  • Abdestsiz ölmekten Allah a sığın,abdestsiz adım atma.Abdestsiz yapılan işlerin abdestsiz ölmeye kapı aralayabileceğini unutma.
  • Sana söylenenleri iyi dinle...Özellikle garip insanların safiyane sözleri,çok şey anlatabilir..
  • Rüyalarına ve gecelerine dikkat et..
  • Kurban edilecak hayvanlarla bağ kur,efendimizin önüne koşan develeri hatırla,o hayvanların insanlar içinde şehit mesabesinde olduğunu hisset,yan yatan başını okşa ve salavat getir.İçten içte yalvar yakar salavat getir hayvanın teslimiyetini gör gözünün içine bak,o sana bakıyor olacak,ve ellerinle kapat gözlerini,canın çıkışını izle...
  • Dokun,kokla,gör,duy ve tat..Düşün ve hisset ....Vesselam...



Not:Dönüşten hemen sonraki ders der ki,Mahmut Sami Ramazanoğlu hz.yolculuk için ,
  • Perşembe ve pazartesileri seçermiş.
  • Yolculukta hiçbir şeyden hoşnutsuzluk göstermezmiş.
  • En ufak işler için bile olsa yol arkadaşıyla istişare edermiş.
  • Karar verilen saatte yola çıkar,önceden karar verildiği gün dönermiş.
  • Temkinli,tedbirli olur,yanına gerekli eşyaları muntazam biçimde alırmış.Bavula bile konan eşyalar beyaz bohçalar içinde olurmuş...29 kasım

15 Kasım 2010 Pazartesi

Durmak...

Durmak bize ne çağrıştırır,ilerlememek,kalmak,yavaşlamak,yetişememek,duraklama döneminin sonu hep çöküş müdür?Oysa hızla yürüyüp giderken ilerdeki ufuğa bakarak,önümüzdeki uçurumu nasıl görürüz durmazsak?Durmak lazım o zaman,tüm ahir zaman saatlerinin modern yetişemedin zillerini sustururarak..Durmak ve düşünmek,derinden derinden hissetmek.Durmak ve görmek lazım,dokunmak bazen,bazen durmak ve duymak...
Durmak ve anlamak..
Durmak-düşünedurmak..
Standing_understanding..
ve-ka-fe_a-ra-fe...
Türkçe den çok daha belirgin ingilizce ve arapçada anlam bağlantısı.Arefe bilmek demek,tanımak,önceden bilinenin hatırlanması canlanması gibi bir anlamdı sanırım.Vakfe durmak.Ayakta durmak,durmak ve çağırmak,dua..Ne küçük olduğunu anlayarak.Kocaman arafat dağının üstünde,siyah beyaz karıncalar gibi seçilmek,ayakta ve eller havada ille zilhiccenin dokuzunda,arefe gününde beklemek..Affedilmeyi,kavuşmayı,düşmanlıktan kurtulmayı,tekrar beyte dönmeyi,dönedurmayı,haceri anıp koşmayı ,hacerül esvedin karşısında selam durmayı,avcuna öpücüğünü koyup çocuk gibi gözü yaşlı ama ümitli selam göndermeyi beklemek.Durmak ve hatırlamak,veda haccını,efendimizin açık omzundan yayılan gül kokusunu duymak için yeniden durmak ve bir nefes almak,işte sesler yükseliyor,dur dinle,lebbeyk allahümme lebbeyk..Bak efendimiz Ömer e sesleniyor sen güçlü bir adamsın sakın hacerül esvedi öpmek için omuz vurma,yetişemezsen uzaktan selamla diyor,dur,koşma,dur düşün..İşte kasva,göğsü arafata dönük,şu dua böyle uzun ,Rahmetin salihleri kuşatacaksa günahlar kime gitsin diyor,efendimiz söylüyor,öğle ikindi birleşiyor,dur,kağıttan okuyup geçme..Dur,öylece dur,kendini farket,selam gönder,örümceğin,çöldeki kelerin,efendimizin elinde kurban edilmek için yarış eden develerin,yavrularını emziren köpeğin,yuva kuran kuşun diliyle,kendi dilinden utandın belli..Vakfe,arefe,hac,kurban,bayram..Neresindesin,dur ve düşün..

Düşün nedir bayram telaşın,nedir umduğun,var mı hala yatağa başını koyarken çocukça bir umudun bayrama dair,kıyafet heyecenlandıramaz artık seni,kandırma kendini var mı görmek istediğin bir düşün,razıyım rüyada yüzünü göster,bu kul varlığından soyunmak ister,diyen mısra hayat bulur mu zihninde..

Düşün ne güzel bir yerdesin,ne güzel insanların yanında,sesinle varlığınla ortamı kirletmemek derdindesin hala,elinin değdiği yerleri temizledin,şimdi gönlünü sahibinin yıkayacağı vakit,çeşmelerden zemzem akarmış ya hani,göklerden rahmet yağıyor aç gönlünü,itiraf et kirlerini,kalplerin öldüğü gün ölmeyecek bayram gecesini ihya edenin kalbi...

Hiç bir ırmağa benzedin mi kalabalıklar içinde,yoksa set mi oldun akan ırmağın önünde,düşün ,bahaneleri geç,müzdelifeden minadan aktın mı,mina da kaldın mı,yoksa rahat olasın diye oteli aradın mı,bir çadıra neleri sığdırdın,hac anılarına hangi şikayetleri,şeytan taşlayana kadar çektiğin acı şimdi yanmana değdi mi,dur üstünü örtme,düşün..anla ki bayram edebilesin...

Her şeye rağmen senden vazgeçmeyen Rabbine dön,hamdet,şükret,yan,yakıl,sevdiğini,sevdirdiğini,mucizesini,yeniden seni ellerine aldığını,şefkatle sarmaladığını,yarım kalan dairelerini sevgiyle tamamlattığını anla,anlat,dur,anla,dur,sus...

Bayram bayram olsun,her vakfemiz bir bilişe,her bilişimiz takvaya,çabamız saya,her tamamladığımız daire tavafa,her selamımız istilama,kurbanımız infak ve yakınlığa,namazımız miraca,hayatımız hacca dönüşsün inşallah...Aşkla...

12 Kasım 2010 Cuma

Susmak Ne Yapıyor?

Saklıyor sarmalıyor,bir kale gibi kuşatıyor,içinde varsa iyi birşey,bir his,bir mana..
Tutuyor,örtüyor,zarar verdirmiyor,yangın üstüne bir battaniye oluyor hiddetliysen..
Sana kalıyor,işine yarıyor,kullanılıyor ve böyle yaşıyor kelimeler susup gözden akınca,bakışına bile sukut terbiyesi öğrettiysen..
Kuşu evcilleştiriyor,renkleri güzelleştiriyor,eşi sakinleştiriyor,yemeği lezizleştiriyor,misafirleri ağırlıyor,kaktüsleri fışkırtıyor sessizliğin güzel sesi..
Çiçekler bile sağ elini kaldırıp sol elini daldırıyor,kimi dimdik durup boy verirken,kimi yere bin boyun büküyor,yarım yamalağım deyip susarken..
Hayat sukun buluyor,hayat çetrefilli,hayat zor,hayat güzel,hayat kolay demeyip,hayat...deyip susarken..

Dün susan birine gittim ben..İyi ki..Artı eksi ne çok şeyimi gösterdi....

10 Kasım 2010 Çarşamba

Sevgili ' ye...

İçin içime değer gibi yıldızlar
Ellerimi tutar gibi hilal,
ama bıraksan düşeceğim
gök yüksek ve engin
biliyorum
yine karanlık içeceğim
yine geçeceğim
daha önce bilmem kaç kez
gün gece demeden geçtiğim
iç dehlizlerimden
iç çekeceğim
ah diyeceğim
seni uzaktan seyredeceğim
dolunay
kokunu içime çekeceğim
sızlayacak içim
özleyeceğim
gözün gözüme değer gibi yıldızlar
Göğün gözü güneşle ay
Hep bakacağım seni görmek için
Göğe..
Göz göze gelmeye..

9 Kasım 2010 Salı

Geçmişten Bugüne...

      Hilal ne güzel bir yazı yazmış.Yerinde,sahiden,hemde yaşarken,sonradan değil,güzellik görebilen olmak ne güzel,ben doğuyu eşimin memleketi olarak gördüm.En işlek caddede,madonun üstü,süslü evleri,elit ve okumuş camianın oturduğu yerde evleri.Zaten Malatya doğunun parisi!:)Doğuyu çok kötü dinledim arkadaşlardan,hiç gurbete gitmedim ben,gitsem ne yazardım bilemiyorum.Eskilerden birşeyler de siz yazın demiş Hilal.Korktum,biliyordum böyle olacağını.Herkesin gurbeti farklı ben hep içerlerde acı çekmekle uğraşmışım.Burnumu çeke çeke yazdığım defterlerin birini atmışım,biri kayıp..Yarım yamalak karalamalar buldum,kitap araları,defter sonlarında,değişik değişik yıllarda yazılmış..Ama ne iyi geldi gerçekten,keşke daha çok şey kalsaydı.Vazgeçtim böylesi hayırlısı...
      İşte biri,Mızraksız İlmihal içine yazılmış,zaten bu kitap resmen defter gibi kullanılmış.Üniversite 2ye rast geliyor...Hani derler ya,sene 2000...Yine aylardan kasım.Sanki sende kalmış bir yanım..Yine dağıldım:)

       ''Ok atamayan ürkek bir kirpi olmak ne kötü.Bir sürü bilgi ezberlemiş,Türkiye üzerinde oynanan oyunları bilmiş,ama ok atamayan.Aslan gibi cesur olmaktan bahsedeceksiniz bana.Aslan cesur mu gerçekten?Aslan gibi güçlü olmak mı,huma kuşu zararsız olmak mı?İstediğini elde etmek kahraman olmak mı?
       Cesur olmak,istemek,istediğini elde etmek ne kadar uzak bana.Oysa iyiyi istiyorsa cesur olmalı,bir şeyi istemek için herşeyi kaybetmeyi göze almak lazım bazen.Endülüs gemileri yakanlarındır.Bazen bir şeyi elde etmek yetmez.
        Çaba güç,kazanmak istek,elinde tutabilmek sorumluluk,yanında kalabilmek emek,sonsuza yürüyebilmek yürek ister!''
 
         09-10-2005,tarif defterlerinin arasından..İlk defa kızıma günlük tutmaya başlamışım,uzuuun bir girişat yazmışım.
        ''...............Sayende ben öyle yapmam dediğim ne varsa yapıyorum bebeğim.Sallamadan çok nadir uyuyorsun mesela şimdi durdum diye yine uyandın.
       Üç aylık olmana bir hafta var.(Gün saymaya bakar mısınız?)Bu ara hamdolsun iki saatte bir uyanıp geri uyuyorsun.Sabah 7de uyanıp bir daha uyumuyorsun:(Ama öyle tatlı gülüyorsun ki tüm uykum kaçıyor.Bugün yine öyle kalktık,biraz sokuldun koynuma,babanı uyandırdın sonra.Söylemesi ayıp her yeri ve her yerini batırdın,banyodada çok ağladın.Giyindin,ağlamaktan yorulmuşsun,uyudun.Hemen yatağa koştum,üstümü örttüm uyandın.Şimdi uyuyacaksın,ben gideceğim sen yine büyük ihtimalle uyanacaksın ama olsun,sen bütün uykulardan tatlısın,seni çok seviyorum...
        24-03-2006
        Yavrum benim,5 aydır defteri elime almadım.İlk yazıyı yazıp defteri kapattıktan sonra öyle ağlamaya başladın ki,ne yapacağımı şaşırdım.Hiç bir şekilde seni susturamadım.Anneanneni ve dedeni çağırdım.Üçümüzde susturamadık,battaniyenin arasında sızıp kaldın sonunda dualar arasında.Ve ben bir daha yazmamaya karar verdim.Bugün Bismillah dedim,yeniden..
       8 aylık oldun,tüm çekmeceleri boşaltıyorsun,birinci yürütecini parçaladın,baban ikincisini aldı dün.Seni biraz önce yatağına yatırdım,dönenceni çalıştırdım,çok yorulmuşsun ağlamaktan,elektirik süpürgesi en büyük korkun da,temizlik yapılınca çok yoruluyorsun o yüzden.Evin yarısını kucağımda ağlayan bir 'bobi'yle temizledim.Bu babanın sana verdiği özel isim,beğenmediysen önemseme,bana da böyle şeyler söylüyor,bence sevimli..
      A-da-da-da sesi kesildi yine ağlamaya başladın,umarım uyursun,daha yürüyüş yapıcam.Artık ayağımda uyumuyorsun.Zayıflayacağım diyorum ama sen sütsüz kalma diye gece kek bile yiyorum......kiloyum.Tombulum,ama seni seviyorum..
      23-06-2006
      Artık yürüdün.Bugün iki kez arkamdan banyoya kadar gelmişsin.Öyle tatlısın ki!Ham ham diyorsun ama yemiyorsun,hop hop deyip top oynuyorsun,hadi hadi diye dışarı çıkmak istiyorsun,temel dertlerini söylüyorsun yani.Yani benim güzel bebeğim,sen bana Rabbimin verdiği çok güzel bir nimetsin.Beni temel ihtiyaçlarımı karşılamaya,namaza bile bırakmak istemiyorsun,olsun..........Hamdolsun,şükrolsun.Sen Allah a güzel bir kul,hayılı sağlıklı bir evlat ol,bunlar sorun mu,Allah bize,hazım ve kuvvet versin...............Ama kendimi çok yorgun hissediyorum.Çok uykum geliyor,Allah ömür verirse yaklaşık 8 ay sonra  kardeşin geliyor.İnşallah çok iyi anlaşırsınız.Ben seni çok seviyorum.İnşallah Allah onu da sevdirir hepimize...''

       Bu kadar yeter değil mi,bana çok iyi geldi,unutmuşum nasılsa..Allah razı olsun Hilal,senin vesilenle bunlar atılıp kaybolmadan tekrar okundu,duygulanıldı,zamanın farkına varıldı,şükredildi.Elhamdülillahi ala külli hal..Oku kitabını deyince neler çıkacak acep hayat kitabımızdan,yine korktum şimdi....
   

7 Kasım 2010 Pazar

Konumuz Kümeler

       Bize çok yapmacık,asık suratlı,gıcık görünen biri bir diğerine nasıl tatlı,sevimli,güler yüzlü görünür.Bir insan arkadaşları arasında ayrı,ailesi arasında ayrı,iş çevresinde ayrı bir renk sergileyebilir mi?Evet.
       Herkesin bir kümesi var.Rengini kendinin belirlediği,değiştirdiği..Ve bu kümeler,özel bir istekle kesiştirilir,akraba oluruz bize en ters insanlarla bazen,komşu oluruz.Bazen birleştirilir,elemanların tamamlanması gerekir,evleniriz.Bazen kapsar bir küme diğerini,alt küme olur diğeri.Büyük olur bazı kümeler,tanırlar kendilerini ve bilirler alemleri içerdiklerini.Alemlerin Rabbine boyun eğer kümeleri...
       Hayatımıza giren herkes ama herkes otobüste yanımıza oturan,okulda aynı sınıfa düştüğümüz,elti görümce,gelin,kayınvalide,çok uzak bir akraba belki,belki anlaşılamayan bir kardeş,hepsinin hayatımızda bir anlamı olmalı.Bize verdiği bir mesaj.Yüreğimizi genişletecek,içimize ördüğümüz duvarları yıkacak,bizi şunları sevmem,böyle yapanlardan hoşlanmam demekten kurtaracak...
       Her kümede aynı rengi tutturmaksa bir hedef.Efendimiz gibi,ihmal ettiği bir alan bulunmamak.En sevgili eş,en merhametli baba,en sadık dost,en adaletli devlet başkanı,en sevecen dede,en anlayışlı kayınpeder,en güzel damat,en saygılı yeğen,en sevimli torun,en hayırlı insan,en değer verilen sevgili kul,en çok şükreden kul,en vefalı peygamber...
       Zor çok zor,ama çok güzel kokusu bile ne güzel değil mi?

5 Kasım 2010 Cuma

Zulme Dair

         Zulüm denince savaşlar,işkenceler,birinin diğerini ezmesi canlanır gözümüzde.Oysa Rabden alınan kelimeler,ve dönen kabul bulan kelimeler içinde kendine zulmün itirafı var...
          İnsan kendine neden,nasıl zulmeder?Hiç kimse bir diğerine kendi kendine ettiği kadar zulmedemez..Düşünsenize bizim için çok önemli bir sınav varken boşver diyen,gel alışveriş yapalım,hadi uyu,çok uykun var diyen,son gün bakarsın,olmazsa kalırsın battı balık yan gider diyen bir arkadaş nasıl bir arkadaştır.Sinirlendirip galeyana getiren,içini kin,dışını alev sardıran ve iyi yaptın diyen başka biri olsa ne kadar sürdürürüz onunla arkadaşlığımızı?Onun için kendi bile kendine dost olmuş peygamber diyor ya,Ya Rabbi,bir göz açıp kapatıncaya kadar beni bana bırakma..


         İnsan kendine nasıl zulmeder?
  • Kendini keşfe çıkmayarak,tanımayarak sınırlarını ve kapasitesini bilmeyerek..
  • Kapasitesini doğru alanda ve nispette kullanmayarak.
  • Kainata göz yumarak,onun akışına kulak tıkayarak.
  • Durmayarak,düşünmeyerek.
  • Güneşle doğmayıp,karanlıkla örtülmeyerek.
  • Aslı  bozulmuş,emeksiz yemekler   yiyerek,çok yiyerek.
  • Vakitsiz,düzensiz,şekilsiz,deliksiz uyuyarak.
  • Düzen tutturmayarak,kendinin ve kainatın düzenini bozarak,DAİREyi  bozarak,yamuk yumuk ya da köşeli olarak.
  • Nerden geldiğini,ne yaptığını ve nereye DÖNECEĞİNİ unutarak.
  • Boş işlerle vakit öldürerek.
  • Kendine yaramayacak bilgilerin alimi olarak.
  • Her konuda yorum yaparak,çok konuşarak.
  • Biliyorum,zaten ben,aslında ben,eskiden ben,ama-lı  cümleler kurarak.
  • Bunları haketmemiştim,nerde bende o şans,ah felek diyerek.
  • Kendini  çok özel ve önemli görerek,kimseye ihtiyacım yok diyerek.
  • Gülümsemeyerek,affetmeyerek,sevmeyerek.
  • Surat asarak,kin tutarak,nefret ederek.
  • Arka sokaklarda kaybolup,kendini iyi bir yolda zannederek.
  • Hatalarını önemsemeyerek,ufak başarılarını gözünde büyüterek.
  • Takdir bekleyip,eleştiri kabul etmeyerek,gelişmeye kendini kapatıp ben oldum diyerek.
  • Derdini başkalarına anlatarak.
  • Hissetmeden yaşayarak.
  • Ne derler diyerek.
  • Bana ne diyerek.
  • Sana ne diyerek.
  • Konuşmayarak,dua etmeyerek,ağlamayarak.
  • Alnını yere koymayarak.
  • O nu aramayarak...

               Ve  daha  bilmem nicesi...Ve her zulmün vardır bir bedeli...

4 Kasım 2010 Perşembe

Oyun ve Oyuncak Duası

    Dün akşam çocukların dualarını dinledim.Yiğit önce teşekkür etti,bana oyuncak verdiğin için çok teşekkür ederim Allah ım,Irmak büyük ve bahçeli bir ev istedi kedi almak için,ve tabiki kedi istedi.Bunu duyan Yiğit unutmuşum ben de köpek istiyordum dedi.Başka,deyince Irmak anladı galiba,bütüüün bebeklere,hastalara,müslümanlara yardım et Allah ım,dedi..

     Geçen gün bir oyuncakçıyı dolaştım.Bir ev kursak ve içini döşesek oyuncaktan,bir ay sonra modası geçer yetişilmezdi herhalde.Bütün ev aletleri,sesleri,işlevleriyle ve o kocaman halleriyle oyuncakçıyı beyaz eşyacıya dönüştürmüştü.Fırın bile mikro ve ankastre olarak iki taneydi.Zavallı çocuk,bunların karşısında ne kadar savunmasızdı.Hayal gücü nasıl pıstırılmış,alanı ne kadar daraltılmıştı.Mikserle kekini çırpıp,fırınına koyan eviyesinde bulaşıklarını yıkayan çocuk,hiç hayal kurmadan 3.gün aynı işi yapabilir mi?Ama istemeden de yapabilir mi,altını ıslatan bebek istiyormuş Irmak,bunlar güzel değil di mi,barby iyi değil sevmiyorum diyor ama..Çocuklar da oyuncak istiyor gizli gizli,biz de  oyuncak, kendimce gizli gizli...Dualardan belli..

    Dünya bir oyun ve oyalanma yeridir dedi,dünyayı yaratan Allah..Gerçek hayat ahiret hayatıdır dedi dünyayı dışarıdan seyreden peygamber.Oynamak,eğlenmek,oyalanmak istiyorum dedi insan...Allah ın ,peygamber in dediğini duyanlar bile oyunsuz kalamadı,sıkılır da yenisini ister ya oyuncağın çocuk,insan da öyle yaptı,sıkıldı ve bir değişiğini istedi.Evinin,mobilyasının,arabasının,kıyafetinin,saç renginin,kaş şeklinin,işinin,yemeğinin sürekli değişmesini istedi.Çocuğunu bile belki değişirse diye istedi,kızsa erkek,erkekse kız,oyuncağı değişsindi,o hep eğlensin,hep gülsün hep mutlu olsundu.Ama öyle olmadı.En mutsuz çocuklar en çok oyuncağı olanlar oldu,oynamayı bilemediler bir türlü,her yer doluydu,hareket imkanı yoktu,oyuncakların çokluğu meşgale demekti.Öyleydi,bebeğin bile önüne ikiden fazla oyuncak verseniz ikisine de bakmaz,ağlardı...Ama oynanmasa bile alınmalıydı oyuncak,gün gelir oynanırdı..
      Bir de herkesin kendine özgü oyuncakları vardı,içinde toplu duada saysan bitmezdi,oğlana iş,hayırlı ve sarışın gelin,ev,kredi borcu,araba,3 oda ev,kilerli ev,onun için ümmeti Muhammed e edilen duadan,pakistanda sel altında,nijerde çöl altında olan insanlara duadan sonra ve buradaki amin diyen din kardeşlerimizin gönlündeki murat denilince ses dalgalanır,aminler çoğalırdı.Çokluktu istenen,her yerimiz çokluktan görünmez olmuştu bizim.Ne çok kıyafet,ne çok mutfak eşyası,ne çok ondan ne çok bundan..
        Halbuki azı sevmek kolaydı.Azı sevmek güzeldi.Güzel olan azdı.Efendimizin eşyalarının isimleri vardı,az olunca isim konulabilir ancak,biz hangi eşyamıza isim verebiliriz ki,Ayşe nin uçan atına binbir kanat takamadık,kanatlarını kopardık oyuncakların,eşyanın sırrını unuttuk,çoğalttıkça horladık,onlar da üzüldü...
        Oyuncak istiyoruz.Oyun..Korktuğumuzdan emin,umduğumuza nail eyle diyoruz ya,korkuyorum,neden korkuyor neyi umuyoruz acaba...

    
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...