ve kelimeler....kelimeler, seni istediğin şeyi aramaya teşvik etmeleri açısından yararlıdırlar ancak aradığını kelimelerle bulamazsın. Eğer bulabilseydin, bu kadar çabaya ve nefs mücadelesine gerek kalmazdı...

30 Ekim 2010 Cumartesi

Okumak Lazım

      Birinci sınıf okutmak çok zordur öğretmen için.Hiç kimse istemez beşten sonra tekrar başa dönmeyi.Çocuklar bu yeni ortama yabancıdırlar,kural bilmezler,zil beklemezler,annelerini özlerler.Kiminin elleri kalemi bile tutamaz,kimi burnunu silemez,kimi tuvalete bile gidemez,yapayalnızdır.Öğretmeni her şeydir çocuk için,düğmelerini ilikleyecek,suluğunu açacak,ona arkadaş bulacak,saçını okşayacak,sevecek,elinden tutarak çizgi yaptıracak,vs.liste çok uzayabilir.Zordur yani.Ses kısılır düzelmez,evde eşinize bile aferin dersiniz ödüllendirmek için, kalabalık bir ortamda dalıp şşşşşt!!
      Ama okumak lazımdır işte atlayıp geçemezsiniz ikiye.Okumak hayata başlamaktır.Hayat okumaktır aslında.Birinci sınıf okutarak mesleğine başlayan içinse,hele biraz da idealistse harikadır okumayı öğretmek,her şeye rağmen.Bir kere ne verirseniz alırsınız,başka birinin koyduğu kurallara ya da kuralsızlığa alışmış bir sınıftan çok daha avantajlıdır eğitim için.Çünkü çocuklar karşılarındaki kişiyi en iyi çözen ve ona göre davranabilen çok akıllı varlıklardır.Adaptasyon sorunu yaşarlar sadece,alışmak zordur,alışkanlığı değiştirmek daha zor.Çocuklar çok severler sizi,siz tanığı olursunuz heyecanlarının,hayatla tanışmalarının...
       İlk önce oyunlarla başlarsınız,ısındırmak için.Oyun içi kurallarla geçiş yaparsınız.Ne zaman gideceğiz sorularını azaltmaya çalışırsınız.Sonra çizgi çalışmaları,resimler,şarkılar içinde temalar,konuşturmaya çalışırsınız,sırayla söz almaya,en önemlisi dinlemeye...Sonra harfler başlar sırayla tam dönüt alana kadar devam edersiniz aynı harfe.Görür çocuk harfi,söyler teker teker,eliyle havada yazar.İmkanı varsa parmağıyla sopayla toprağa yazar ki bu çok eğlenceli,sonra deftere yazar,sonra büyüğünü yazar.İlk yazılısını olur sonra haydi bakalım,yazın çocuklar küçük e,şimdi altına büyük E,fena feğildir sonuç,tek harf vermişsinizdir en kötü büyüğünü küçüğünü karıştırır,bak bu küçük e ağzını açmış anneeee diye sesleniyor,büyük olan anne ,kollarını açmış geliyor dersiniz,dinlediyse hayatta karıştırmaz.Ama bir e bilmekle olmaz.Diğer harfler gelir aynı yöntemle,bu kez zorlanmaya başlarlar çünkü ikinci harfle kelime başlar,harfleri bir birine bağlamaları gerekir ve bir anlam çıkarmaları,yazılı iki:Yazın çocuklar küçük e,büyük E,küçük l,büyük L,şimdi altına el,altına el ele.Ela Lale el ele...Bir de el yazısıyla düşününce zordur okumak yeni başlayanlar için.Zaman böyle akıp gider,kaçırdıysa bir harfi arada,artık çok zor yakalanır ipin ucu,ciddi destek gerekir,anne çağrılır durmadan dikte yaptırılır...Ve bir gün biri öğrendiği tüm harfleri birbirine çatmaya başlar,mantığı kavrayınca işlem aynıdır,bir kerede öğrenir artık harfi.Ve okur en yüksek sesiyle heceleye heceleye,sınıfın bu uğultusu nasıl güzel gelir,nasıl mutlu olur öğretmen.Mısır patlağı gibi gelir gerisi:)Yani öyle derdi kayınvalidem,yeni öğretmeni teselli mahiyetinde:))Okuyan okur artık okuyamayan problemli,hep aynı yerden geçemez kimisi,her sınıftan çıkar böyle bir ikisi..Sorunlu öğrenci...
          Aslında biz birinci sınıftayız belki hala.Her yeni olay bir harf,diğeriyle bağlantı kurmadan hiç bir anlamı olmayan eğri büğrü şekiller,ve bunlar karşısındaki tavrımız,belki alfabeyi bir türlü tamamlayamamız,belki arada bir harfi kaçırıp destek de almamamız asıl sorun.Neydi bu diye düşünmeden geçip gitmemiz.Öğretmenimizi çok üzmemiz.Belki ikinci sınıftayız,okumayı sökmüş öylece bırakmışız.Yapmadı denmesin,eksi almayayım diye ödev yapmışız,bir bakınca etraflıca,hiç bir soruyu okuyarak yapmadığımız ortaya çıkmış,utanmışız.Geçen bir öğrencim böyle yaptı oğlum dolmuşa bile binilmez üstündeki yazı okunmadan,sen Saray a gideceksin,dolmuşta Pursaklar yazıyor,okumadan dolmuş diye binip gitsen olur mu,dedim,öğretmenim boğazım sıkılıyor okurken dedi,zor tabi,okuyacaksın,anlayacaksın,ona uygun hareket edip yönergeye uyacaksın,zor ama sonuca bakmak lazım,okuyup doğru diye mutlu olan mı iyi durumda,okumayıp mutsuz olan,rezil olan mı..   
            İşte böyleyiz.Belki üçüncü sınıftayız,şimdiye kadar bir şekilde gelmişiz,iki doğru bir yanlış,önemli olan hayata adaptasyon denip sınıf geçmişiz ama uçurum büyümüş artık son deme gelmişiz.Seneye çeşitlenecek ve zorlaşacak eğitime istidatlı olamayacağımız ispatlanmış.Bir de büyümüşüz,dönsek bire dönemeyiz,ikiye dönemeyiz,hadi desek yetişemeyiz üstelik artık gözden de çıkmışız,bizimle ilgilenecek öğretmen bile bulamayız çünkü zamanı kaçırmışız...
              Çok uzun oldu ama lazımdı bana.Acı çünkü.Okuyamamamız.Hala aynı yerde neden,neden deyip durmamız,güneşi ayı,geceyi gündüzü,kadın erkek,toprak ve çiçeği birbirine bağlayamamız.Yap ye,gez toz,oyna oyalan,eğlen,mutlu ol hayalimiz,düşünmeden yuvarlanıp gitmemiz,ömür tüketmemiz. Oysa ne güzeldir güzel bir metni okumanın tadı.Hayatı okumaksa hayali bile müthiş,içinden Sübhan dedirten,hayrete düşüren güzellik.
             Okumak lazım.HAYATI...Yaratan Rabbinin adıyla oku dedi Allah,ilk olarak,hem bir kitap bir film çıkacak bu kitaptan ve zamanı gelince Oku Kitabını,diyecek.Kim güzel bir kitap yazmak,kaliteli bir film çekmek istemez ki!!!
      
   

29 Ekim 2010 Cuma

İşte Bu Bizim Hikayemiz

       Her hikayenin doğduğu bir yer var,ırmak gibi,insan gibi..Hikayeler ve insanlar da akar ırmaklar gibi.İnsanlık hikayesinin ırmağı çağıldayıp akıyor yüzyıllardır.Ben de küçücük bir katreysem yolunu bulmaya çalışan,şifrem bu ırmağın kaynağında gizli...

       'Gizli bir hazineydim,bilinmek istedim' iltifatına mazhar olmuş,olmamış oldurulmuş,bilmemiş bildirilmiş,gizli hazineden gelen aziz ruhu yapışkan bir balçıkla sıvanmış bir insan var kaynakta.Adem süryanice toprak demekmiş.Havva,Adem..Babam,haritam,köküm,şifrem.Geldiğim yeri bilen,meleği ve şeytanı,ve iki yana akan kanı,merakı...En büyük sürgünü yaşayan,en derin ayrılık acısını çeken,en büyük kavuşmaya mazhar olan,ruhuna üfürülen,esma bildirilen,esmayı bildiren,secde edilen,gıyabında Allah ın meleklerine ben bilirim dediği,üstünlüğünü ispat ettirdiği....

        Bir bilmece var hikayenin başında.İnsan bir muamma.Meleklerin dilinde,kan döken,bozguncu,Rabbi nin ben bilirim sizin bilmediğinizi dediği.Esma var,eşyanın yani her şeyin aslı ismi hakikati duygusu,insana bildirilen,meleklerin bilemediği,ve bize hep bilmemiz gereken ve asla kendi kendimize bilemeyeceğimiz bilme kelimelerini öğreten.'Sübhaneke la ilmelena illa ma allemtena inneke entel alimül hakim'Sen sübhansın biz senin bildirdiğinden başkasını bilmeyiz.Alim ve Hakim olan sensin...Bilemeyiz,bilemiyoruz...'Ben size sizin bilmediğinizi,açıkladığınızı ve gizlediğinizi bilirim demedim mi?'...
       
         Tesbih,itminan ve secde,tüm meleklerde..Tam karşısında ise secdenin zıddı kibir,şeytanda,ben ondan hayırlıyım,iyiyim,daha kaliteliyim diyende.Secde eğilen,küçülen demekse,kibir direten büyüklenen demek,çocukların ayak uçlarında boyunlarını kaldırarak boy ölçüşmeleri kadar komik,koca çınarla..Sonra küsüp ümit kesmek hayat boyunca,uzak şeytan ismine bir de iblis koydurmak ,tevbe etmeyerek,hatadan dönmeyerek,beni sen azdırdın diyerek...Azdırmaya azmaderek düşman ilan ettiği insanı bir de racim olacak taşlanacak kıyamete dek.Kuyruk acısı derler ya,tüm çabası bunun için atamı kıskanmasının zehrini neslimden çıkarmak için...İnkarcılardan oldu şeytan,beni de o burdan görünmeyen belirsiz dipsiz kuyuya düşürmek için..
       
       Adem ise yerleşti zevcesiyle cennete. Adı toprak olan birinin,toprakla imtihanı,yerde yaratılışı,ve kendi yaratılışı gibi topraktan yetiştirilen bir şeyle sınırlandırılışı.Yasak elma diye hala bir gizemle,büyüyle söylüyorlar ya,buğday mıydı,üzüm mü,incir mi,görünüşü baldan tatlı ya buğdaysa zehirli,üzümse şarap gibi örten beyni,incirse kurtlu diyor Hamdi Yazır.Allah yasak demiş ya,muhakkak var bir zararı,herkesin kendi nevinden imtihanı.Dünya sevgisi bütün günahların başı,ve işte tehlike, görünüyorsa lezzetler böyle baldan tatlı...Bir sürü ağaç içerisinde bir ağaç,ama farklı,sonrası efsaneler,zanlar,içine sığmayan bir merak acaba nasıl bir şey?İnsanın handikapı.Diyorlar ya,yaşamadığın bir şey kalmasın,bunun tadını bilmiyorum deme...Yaşa..ölümsüzlük için yaşa,ölmemek için ye,yaşlanmamak için yaşa..Nedir benim yasak ağacım,içi acı baldan tatlı...Ve kaydı ayakları,indiler oradan ikisi,birbirine düşman olarak hem de..Yer,düşmanca inilen bir yer demek ki,dostça geçinmek bunun için zor ve kıymetli,evlilikte huzur bunun için zahmetli...Ama ne ezeli ne ebedi,müstekar sadece.Belli bir miktar,kısıtlı bir süre,istikrarlı bir yolculuğun bir bölümü sadece.Ezel,anne karnı,dünya,kabir,ahiret,ebed..Ezelle ebed arası İnsanın müstekar yurtları.


              Ve kelimeler,yine kelimeler..Bozulmamış ruhun aslından aldığı hazineler,huy olmamış bir hatanın ,ısrarcı olmayan günahın affı için dil ve gözyaşı dökmeler..İki dilin ve gönülün bir olması,Rabbena zalemna enfüsena ve inlem teğfirlena ve terhamna lenekünenne minel hasirin,niyazı..Dua edilir,niyaz ettirilir ya,biz kendimize yazık ettik,bizi affetmez merhamet etmezsen,hüsrana uğrarız,niyazı..Ne güzel kelimeler..Ne güzel..Yazık ettim,hem senden oldum,hem nimetimden,hem huzurum gitti Rabbim,hem safiyetim,sen bağışalmazsan merhamet etmezsen kime bırakacaksın beni,nolur bana bırakma beni,bu zalime bırakma beni,kurtar benden beni...Allah Tevvab dır,Rahim dir..

             Affetti Allah,affeder O Gafur,ama inmişizdir hep beraber ve geri sayım başlamıştır artık,daha baştan yolun sonu gözükmüş,hidayete tabi olana korku ve hüzünden emin bir dostluk,inkar edene ebedi olarak cehennem görünmüştür.Geri sayım başladı.Kimbilir kaçıncı nefesinde dünya,ve kaçıncısındayım ben..İşte bu bizim hikayemiz ve biz gerçekten kardeşiz....

             
       Not:Bakara:30-40

      

Babam

     Yazmak ne zor babamı,okumak ne zor.Bir kaç ay önce Naci Bostancı nın tam sayfa yazısını görünce yazmalıyım babamı demiştim.Sonra Hilal yazınca babasını bir tuhaf oldu içim,yazamadım.Bugün tam kapatmış her şeyi giderken geceye, döndüm yeniden babama..

     Babam,Ankara da bir köy ağasının,altı kardeş içinde dördüncüsü.Oğullardan ikincisi,zamanında konak sayılabilecek bir evde amcalarıyla ve onların aileleriyle yaşıyorlar.Anneler çalışıyor,hep dışarda,ya da kimbilir ne yaşar,hep kızmakta ,hatta bazen elinde tuğla..Hiç sevgi görmedim der babam,gözleri dolu.Sevgisiz anne olur mu,gösterememiş belli ki..Sürü otlatmış,ahır temizlemiş,misafir ağırlamış,tarlada gece yarılarına kadar çalışmış,acıkınca ekmek kavurup yemiş bir ağa oğlu babam,annem sütleri sütçüye vereceğinden biz içemezdik diyor ama daha bebekken emziğine rakı sürülüyor..Kırk gün kırk gece değilse de en az 4 gün düğün yapılan ve düğünde içkinin aktığı bir geleneğe doğuyor babam.Ankara havalarıyla oynamanın özendirildiği bir kültür,içki içmeyenin mahalle baskısına uğradığı,hacdan dönen anaların içki yanına turşu kurduğu bir kültür..Garip bir çocukluk,mahsun ve aşık bir gençlik.Aşk yanına kar kalıyor babamın.Öyle herkes aşık olur mu sanıyorsunuz,aşık olmak acıya katlanmakla elde ediliyor.Aşkı karşılık buluyor,bir sürü engeller aşılıyor ve bu sefer iki aşık beraber ağlıyor.Ama sonunda dedemin Tahir ile Zöhresi,annemle babam evleniyorlar.Mutlu Son.
           Değil tabii,ee evlendik erdik muradımıza ,siz çıkın kerevete masal sonlarında oluyor ancak,hayat devam ediyor...
       .........Ben doğuyorum,büyüyorum...Araları atlıyorum...
      Pazar günleri,Cihan Ünal ın Kuruluş dizisi var,babamın kıymalı yumurta yapma günü,ne tatlı babamın yaptığı yemek,ne güzel beraber bir şey seyretmek,her ayın onbeşi maaş günü elinde küçük pastalarla geliyor babam,bizi düşünüyor ne kadar seviniyorum.Azıcık daha büyüyorum.Ne zaman dalgın görse bizi,yalnız özel bir konuşma ayarlayarak aşık olup olmadığımızı soruyor:))Sanki evet desek bir amerikan babası gibi davranacak,diyeceği şey,eşşoleşşek!:)))Annem bambaşka olmaya başlamış,babamla yolları sarpasarmış,ben örtünmek istiyorum,babam istemiyor,küçüksün diyor,ben kızımı şu okula vereceğim diyor,ben imamhatibe gitmek için dua ediyorum.İmam Hatip e gönderiyor sonunda beni,benimle alışverişe geliyor,kızına en güzelini alıyor,bir yüzük istiyorum beni karanfile götürüyor,seviyor babam beni.Bana çok güzel olduğumu söylemesine bayılıyorum.Ona sarılmak dağlara yaslanmak gibi geliyor.Ben duygusalım yağmurda yürümek istiyorum,yürüyor benimle.Her şeyi anlatıyorum ona.Bazen pişman olsam da..Ama seviyor babam beni,bazen çok çok kırsa da..

     Çok zaman geçmeden,o okuldan ayrılmak istiyorum.Bir özel okula gitmek istiyorum.Babam memur ve biz üç kızız.Öyle ısrarcıyım ki,gidip bakıyoruz okula,babam çok beğeniyor,kızlarım burda okusun diyor kaç yıl oraya kimbilir ne kadar para veriyor.Bu sırada çok değişiyor babam,arkadaşları akrabaları dalga geçiyor,okundun mu ne yaptın diyorlar,babam değişiyor,babam duygusal adam,gözleri dolu adam,ağlayabilen adam güzelliği buluyor.Belki üç kızı olması onu Peygamber müjdesine varis kılıyor.Kendini yalnız sanıyor,oysa yalnız değil babam,hem başını eğdirmemiş kocaman bir Rabbi,hem de üç kızı bir karısı var...

      Elektrik kesilmesine bayılırdım ben çocukken,babam varsa evde pencere kenarında hep aynı masal,bir adamın iki deli kızıyla bir deli karısı varmış,üç deli kızıyla bir deli karısı varmış...Devamı da yok üstelik,olsun..Kulağımda bir tını var.Babamın sesi...Bazen inceden bir sanat müziği,şimdi artık ilahi,bazen aklımızı başımızdan alan bir nida,bazen ölümcül bir sessizlik,bazen kati bir son sözün ardından kısılan ağlama sesi,düğünümün olacağı gün,dön gidiyoruz eve dedi mesela,kulağımdan gitmiyor...

      Kendini yalnız sanıp yalnızlaştırıyor.Oysa içinde bir hazine saklıyor beklerken,o çocuklarımın güçlü ve oyunsever dedesi,eşimin dayanağı,benim biricik babam..

      Ben babamı çok seviyorum.Onu hep mütebessim hatırlamak istiyorum.Mülayim gözlükleriyle belki:)Küçük yakalı gömleği,tamir ettiği markasını söktüğü kıyafetleriyle...Her şeyiyle,kızışıyla,sevişiyle, ben babamı çok seviyorum....

    Bugün babamın doğum günü.Ne yazsam hep eksik,ömrü bereketli,hayırlı ve huzurlu olsun inşallah...

   

27 Ekim 2010 Çarşamba

Geriye Dönüş Yeniden Küçük Prens

       ''Öyle ya, Küçük Prens'in gezegeninde, her gezende olduğu gibi, faydalı otlar da, zararlı otlar da vardı. Elbette ki faydalı otun tohumu faydalı, zararlı otun tohumu zararlı olur. Ama tohumlar görülmez, toprağın altında uyurlar mışıl mışıl, ta ki günü birinde birinin aklına eser, uyanır. O zaman da gerinir, güneşe doğru incecik, sevimli ve zararsız bir filiz sürer ürkekçe. Bir turp ya da bir gül filiziyse bu, varsın istediği kadar büyüsün. Ama zararlı bir bitkiyse, onu görür görmez koparmak gerekir. Küçük Prens'in gezegeninde korkunç tohumlar da varmış.. Baobabsa öyle bir bitki ki erken davranmazsan, bir daha baş edemezsin onunla. Gezegenini baştan başa sarar, kökleriyle delik deşik eder. Hele gezegen küçük, baobablar da çok olursa, çatlatır gezegeni.


        Küçük Prens daha sonra: "Bu, bir kendini disipline etme işidir. İnsan her sabah elini yüzünü yıkadıktan sonra, gezegenine çekidüzen vermelidir. Baobablar filizlenirken gül fidanlarına çok benzerler. Onun için, birini öbüründen ayırt etmez, hiç vakit kaybetmeden baobabları söküp atmayı iş edinmeli. Oldukça sıkıcı bir iş bu, ama çok kolay."Küçük Prens


        Yiğitin yavru yılanları ve ne çizdiğini anlayamayışım,yüzüme şaşkın bakıp uzun uzun akan suları gökyüzünden geçen yolları anlatışı,her olaya bambaşka,bizce akla gelmez ve hatta saçma yaklaşımları hatırlattı bana yeniden,o benim küçük prensim,bambaşka bir gezegenden gelmiş gibi..Bugün onlara da okudum ilk beş bölümü,bu ne resmi dedim,önce dağ dediler,sonra fil,yılanın içinde...6 yaşındakilerin çözebileceği bir mesele..Yiğit için gayet sıradan bir resimdi bu.Büyüklere anlatman gerekir yoksa anlamazlar cümlelerine gelince ama gerçekten dedi Irmak,muzip gülüşüyle..Bense düşünceli, yukarıdaki paragraflara takılı kalarak...

        Herkes artık bir büyük olduğunda yeniden dönmeli çocukluk ya da ilk gençlik yıllarına, hatırlamalı ,anmalı hangi sulardan geçtiğini.İlle kitaplarını,simyacıyı,martıyı,hatta şimdi uzaktan tebessüm ettiği pembe dizi tadında huzur sokağının Bilalini,küçük prensi...Ve sabah uyandığında çeki düzen vermeli kendi gezegenine,ayırmalı gül ve baobab filizlerini,gezegen küçük, baobablar çoksa bir de,çatlatır gezegeni..Küçük prens ne çok şey söylemiş değil mi?

26 Ekim 2010 Salı

Çocuk Kitapları

           Anne olduktan sonra çocuklar için en çok ilgimi çeken şey çocuk kitapları oldu.Kıyafetten ve oyuncaktan  daha çok .Sağolsun kızım da benden daha düşkündü.Hiçbir şeyle değil kitapla oyalanıyordu.Oyuncakçılar değil D&R dikkatini çekiyordu,cama yapışıp kalıyordu:)Tabi oğlum kitapları önünde hazır buldu.Çocuklar evdeki kitabı değil,beraber aldıkları kitabı seviyor benimsiyorlar;)Şimdi o da buldu şükür,ama fazla yormadan kendini,Iymak,şunu bana okuy musun?diyor,Irmaksa tüm gücüyle bağırarak okuyor...
            Anne cafe,bana dememiş,olsun annem hep bir şeyi söylemeden yapmamızı söylerdi:)Konu da bizi açınca,ona sorulan sorulara cevap vereyim.Çok çalışkanım çok....
 1. Çocuğunuza kitap seçerken en çok önem verdiğiniz kriterler neler?

      En önem verdiğim kısmı konusu, dili.Metnin orjinalliği,şaşırtıcılığı,dilin kullanılışı.İlle bir ders vermese de farklı bir düşünce akışına kaptırması güzel bence,bakınız Tostoraman.Resimler ve kağıt kalitesi de önemli,ne çok kriter varmış...Ha bir de bize yabancı ögeler içermemeli.Bir dönem hayvanları çok sevdiler,mesela remzi kitabevinin Kutup hayvanları,Çiftlik hayvanları,saklambaçlı kitaplar..Ama içinde o yabancıların pembe pembe sevimli albenili çizdikleri meşhur ve bizce haram hayvanları olunca almıyorum.Evde köpek yaşıyorsa,anne baba modelleri bizimkiyle uymuyorsa falan filan..Kitap buldum mu,evet...hem de çok...
2. Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?
     Kapak tasarımından çok iç tasarımına dikkat ediyorum.Ama kapağı beğenen çocukları ikna etmek zor oluyor..
3. Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?
     Hayır,ille bir şeyi öğretelim diye parmak sallamasına çok kızıyorum hatta.Mesela eşim bir Tali serisi almış,isim vermek gibi olmasın...Oyuncaklarını topla,kardeşini kıskanma diye salık vermesin kitap,bıraksın da çocuk düşünsün...

4. Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı ilüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz veya tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?
     Resimler hayal kurmaya müsait olmalı,her şeyi çizmesi gerekmez,çocuk kendi birşeyler katmalı kitaba.Renkler canlı,şekiller çocuksu olmalı,evet Hilal sade olmalı bir de..Hikayesi güzel olan kitabı resminden dolayı almadım evet,sadece resimleri çok güzel diye de kızım bir kitap aldı,Sütçü Kız,bence ona farklı bir hikaye uyduruyor...

5. Çocuğunuzun şu anda en çok sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?

    Veee,gelelim TOSTORAMAN a,ve ille bu kitabı bize hediye eden,bana kitabı,evi kaplayan bir kitaplığı,edebiyatı sevdiren İnci Hocama teşekkürlere...

   Mutlaka okuyun,sınıf sınıf gezerek okudum.Öğretmenler bile eğlendi,o kadar yani...Yiğit in favorisi...
     Bu kitap resimsiz bile diyebiliriz,Irmak çok beğeniyor ama..Ben de....
Bir de Yiğit bu kitaptan sure dinliyor.İyi çünkü başka kimseyle çalışmıyor.


Bu kitabın da bir serisi var,Yunus Yoyosu,Deve Hörgüçü güzel,hem hayvanlarla ilgili bilimsel verileri veriyor masal içinde hem de Esmayı.Dil daha güzel olabilir ama,kolaysa kendin yaz değil mi....Bunlarsa  ikisinin de kazanmış beğenisini....
    
6. Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öylesine bir masal mı uydururdunuz?


      Tabiki Küçük prens,şeker portakalı gibi bir kitap yazmayı isterim ama nerdee,hiç değilse Balkız gibi bir seri yazabilmeyi isterdim.Kur anı kerimdeki hayvanları çocuk kitabı olarak yazmayı çok isterdim.Karıncayı,arıyı,örümceği,sivrisineği...Ama çocuk kitabı bambaşka bir alan...


          

25 Ekim 2010 Pazartesi

Burada Hayat...

Hayat bu ya,bazen en sıradan tepki kabul edilmez olur.
Olur ya bazen en deli rüzgarlar delip geçemez olur.
Hani olur ya göklerden  genişiz,bir ferah nefesizdir.
Hem de bazen yer olanca genişliğine rağmen dar,biz nefessizizdir.
Öyle uçurum zamanlar da yoktur aralarında...
Hayat bu küçücük anlardan oluşuyor ya..
Biz yerde yaratılmış,yere değmişizdir,
Belki uzanmak için göğe yedi yol beklemişizdir.
Yola çıkmaya uygun bir an beklemişizdir
Belki bir türlü gidememişizdir
Belki yorgun düşsek de bir arpa boyu gitmişizdir
Dem bu demdir dem bu dem diyen ritme,
Vaktin çocuğu olarak,her an yeniden doğarak
Akarak,coşarak,akarak,sağnak sağnak yağarak
Katılmak gerekmiştir hani sırf an için,
Hayatta ansız,apansız,aralıksız and için..
Her yerde,her an,her kimleysek de için için,
Her kadehten sadece O nu için,
Diyen dervişe kulak kesilip,gözlerimizi kapatmışızdır
Anı yakalayıp ansızlığa ulaşan birine gönlümüzü kaptırmışızdır
Çocukları öpüp koklayıp belki kızıp yollamışızdır
Çamaşırları yıkatıp ütü yapmışızdır
Arada yemeği ocağa koymuş,temizlik yapmışızdır
Çantamızı hazırlamış,tüm dolap anahtarlarını yoklamışızdır
Düşününce ne çok şeyi unutmamayı hatırlamışızdır
Sınıf parası,kitap,pilot kalem,şu saçma poşet,
Fuları da almalıyız boynumuza,arabanın anahtarı
Yemek ocaktadır,geç kalmışızdır
Kırmızı ışıkta geçmemeli 70 i aşmamalıyızdır
Nöbetçiysek,bir arada gizlice ve hızlıca namaz kılmışızdır,gerçekten kılmış mıyızdır!!
Çocukları sınıfa almak için bağırmışızdır
Tuvalet kapısındaki kız ve erkekleri uyarmışızdır
Pencereden ekmek ve elma atanları, yakalamaya çalışmışızdır
Ödev yapmayan,unutan,umursamayanlara çare bulmalıyızdır
Sınıftaki yüzü gözü sarı kızın gözünün içine bakmışızdır
Ateşi çıkan her öğrenciyle yanmışızdır
Müdürün el işaretiyle odasında olmalıyızdır
Dedikodulara ağzımızı ve kulağımızı kapamalıyızdır
Nafile düştüysek orta yerine çıkamayız...dır dırdır..dırdır...
Işıkları söndürmeli,muslukları kontol etmeli farları yakmalıyızdır
Eve dönmüşüz,çocukları öpmüşüz,şükretmişizdir
Babamızın neye küstüğünü tespit etmişizdir
Eşimizi merak etmişiz,dua etmişizdir
Sofrayı hazırlamış yemek yemişizdir
Ortalığı toparlarken çay demlemişizdir
Dem bu demdir dem bu dem demişizdir
Gözlerimizi kapamış nefesimizi tutmuşuzdur
Ne canlandırır bu hayatı,ne kurtarır yerden ayağımı
Uzatmak bir an yedi göğe his elimi
O an kurtarır ancak, yakalamak o anı, kurtarır canımı
Andıkça anar beni, yaratan anı..
Ört beni,sar beni,koru beni,uçmağa erdir beni,affet beni
Acı bana,mağfiret et bana,
Buldur bana beni,
Buldur beni bana,
Buldur bana seni,
Seni buldur bana..
Canlandır anlarımı,seni anmalarla...








Bir gün daha bitti."Bulut, rüzgar, ay, güneş, felek hepsi işlerinde çalışıyorlar. Tâ ki sen eline bir ekmek geçirebilesin ve gafletle yemeyesin." Sadi ,Gülistan.Demek sadece yer için yaratılmadı insan,göğe eren gafletten kurtulur.
Bağlantı:Bakara 20-30

23 Ekim 2010 Cumartesi

İçimizde Bir Orman Var

İlk kez üniversite dönemimde öğrenmiştim,evlilik vesilesiyle 'fasık' kavramını.Açıktan günah işleyen demekti.Ve ikiyüzlülüktü münafıklık.Zamanla anlam derinleşiyor.Gerçekten okumaya çalıştığın her sure,her ayet üzerine bir şey daha koyuyor idrakin.

Fasık temelinde bir çıkışa işaret ediyor,düzgün giden yoldan,bir sınırdan çıkmak.Üçe ayırıyor Hamdi Yazır,fısk hallerini,büyük çıkışlar,önemsenmeyen ısrarlı küçük çıkışlar,çıktığını kabul etmeden çıkışlar ki son hal artık gerçeği örtme hali.Din,yol,yol edinmek bir yandan,bu çıkışlar o yoldan o zaman..

Deliğinden çıkan fareye fevasık deniyormuş.Köstebeğin yaptığı iki uçlu delik de münafıkla ifade ediliyor.Birinden çıkamazsa birinden çıkıyor.Fareler,köstebekler,eşekler içimde kol geziyor.Hani sesini yükseltme,en çirkin ses eşek sesidir diyor Allah...

Hepsinin sesleri kulağımda,belki ayak sesleri.İçimiz hayvanlarla dolu,içimizde bir orman var diyor Mevlana,anlıyorum...Ama.........................Lafla peynir gemisi yürümüyor..

Not:Bu arada bu yazıya bir resim aradım.Teknoloji çok gelişmiş.Fare,köstebek,yılan kovucu aletler varmış.Bir kaç saniyede bir bir dalga yayarak..Beynimde bir şimşek çaktı ama..................lafla peynir gemisi yürümüyor.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Alın Yazısı

      Herkesin alnında yazarmış kim olduğu,kaderini geçtim yani.Dün mazi yarın meçhul,kader mukadder,takdir edenin elinde.Bugün yazılı alnımızda,neliğimiz,neyiz diye kabul ettiğimiz..Okuyana,anlayana,hani biz şimdilerde bulup diyoruz ya,aura!

     Kırk yaşından sonra yüz ifadesinin değişmeyeceğini söylüyordu bir düşünür.Kırktan sonraki çirkin yüzden hayır çıkmayacağını.Alın yazısını çaresizlik gibi görüyoruz ya biz çehremiz ifademiz yani güzelliğimiz aslında elimizde değil mi?

     Ben dediğimde eşittirin öbür ucunda ne varsa o yazıyor alnımda.Üniversitede sormuştu psikoloji hocamız,ben kimime üç cevap yazacaktık.Hatırlayamadım ne yazmıştım,yazmış mıydım,yoksa bulamamış mıydım.Dersi üstten alan birininkini beğenmişti Hoca,bayanım,Türküm,Müslümanım demişti.Yazmam,yani bilmem lazımdı oysa,etrafa bakıyorum alnımdaki bu levhayla.O pencereden  hayata.Gözlerim çok güzel yazıyor kiminin alnında,boyum uzun,zekiyim,elbisem muhteşem,görgülüyüm,asilim,en temiz kalpli benim kimisinikinde kimi zaman..Ve okuyor okuyan...Alnında KUL yazan insan arıyor derdi olan.

     Neydi insana Efendimiz e uzaktan bakınca heybet,yanına varınca aşk yaşatan.Bu yüz yalan söylemez,dedirten.Yüzü dolunaya benzeten..

     Neydi Bizans elçisinin halife Ömer i arayıp ağaç altında uyurken bulup şaşırttıktan sonra,uyanıp yüzüne bakınca heybetiyle etkileyen ve müslüman eden.Ne gördü bu korumasız,gösterişsiz ,dünyada garip bir yolcu gibi olan Ömer in alnında...

     Ne var benim alnımda,ne yazıyor acaba,çalışmalıyım en çok bu yazıya.Kısa ,öz.Kul yazdırabilmek adına,duayla...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Küçük Şeyler

     Hayat küçük şeylerle gelir.Küçük şeylerle bilinir.Her şey zıddıyla kaimdir ya o en büyük Hayy,hayatla bilinir,ama en çok mematla bilinir.Hayy,hayat sahibi Allah kendini bildirmek ister,bunun için yaratılır memat ve hayat.İlle önce memat,sonra hayat...Önce ölüm,sonra hayat..

     Sonra mutlaka özel bir sıraya dizilmiş şeyler çıkar karşımıza,kah gökler kadar büyük,kah sivrisinek kadar küçük.Büyük küçük bizim nitelememizdir sadece.Sivrisinek göklerden küçük değildir yaratılış düşününce.Sır aynıdır,kün feyekün,ol denir oluverir.Göklere gücü yetmeyen sivrisinek yapabilirim ama gökyüzü beni aşar diyemez.Gün boyunca karşımıza çıkan olayları da biz küçük büyük diye değerlendiremeyiz.Bir tebessümden kazandığımız ruh zenginliğine belki kırk sadakayla eremeyiz.Bizi üzen olayın sebebine kırk yıl düşünsek akıl erdiremeyiz,nedir bunun sebebi,neden ben diyerek ruhumuzun enerjisini tüketiriz.Bitap düşeriz.Allahsa kulunun iyiliği için küçücük şeyleri önüne çıkarmaktan çekinmez,içine ne sırlar gizler.Alsın kabul etsin,tamam sen gönderdin vardır elbet bir hikmeti desin ister,desin de imanı kamil olsun,Rabbi de onu sarsın sarmalasın ister.Ne yazık ki en çok küçük şeylerde takılır düşer insan.Sapar gideceği yoldan.Görmek değil görülmektir asıl olan.Biz Onu göremiyorsak da o bizi görüyor ya,küçük olduğumuzu görmemiz görülmemize vesile olan.

    Değişir hayatımızın akışı verdiğimiz tepkilerle.Alıp kabullenirsek akar,karşısında söylenip durursak,tıkanır başa iş açar.Öyledir.Yuttuğumuz an olay bitmiştir, biz onu yenmişizdir.Büyük balık küçük balığı yutar ya hani.Yutabiliyorsak biz o sıkıntıdan büyüğüz demektir.Yuttukça büyürüz de.

      Sonra hep küçük şeylerle geçmez hayat,büyük şeyler de gelir.İlk andaki sabır denenir.Çıkıp bir dağ başına oturmaya,bir şeyin içini iyice doldurup ağzını sıkı sıkı kapamaya,çölde susuz yeşil kalan içindeki suyu kurda kuşa içiren kaktüse de sabır denir.Sabır ve namazla Allah tan yardım dilenir.Namaz da sabırla kaim olur.Sabır da namazla sükun bulur.Kimi dua eder,çağırır Rabbini,kimi niyaz ettirilir,Rabbi açar dilini..Görmek değil,görülmek ya,kılmak değil kıldırılmak güzel olan...

      Hepimiz yaşamaya çalışıyoruz ya,yaşamak değil yaşarken ölmek aslolan,hep gülücükler peşindeyiz ya,gülmek değil ağlamak fıtrata uygun olan.Konuşmak değil,sukut buluşturan...

      Nasıl bir ezgi var fonda şu an şu yazının altına koysam,şu taşan hüzün kemençenin mi,eşimin mi,pınarın mı benim mi..Evet görülmek gibi bir derdim var ama kimce,gülmekten çok ağladıysam da,ne içindi,hayatımı koysam şuraya nereye aktı gitti.Ahh,zaman geçip gitti.Hiç bir şey olamadan,ne amel var ne niyet,olanda gitmiş riya seline,yokum demekten başka çare var mı..

       Yeniden,kendimden memnun değilim ben,doğum gerçekleşmedi....

17 Ekim 2010 Pazar

Ziyaret ama Nereye?

Dün bir ziyarete gittik.Türkiye şartlarında çok çok güzel bir evin lokum kadar tatlı sahibesinin ikizlerden sonraki yani üçüncü bebişine dua etmeye...Ne zamandır ilk kez bu kadar herkes vardı.İkizlerimiz artmış,benimkiler diğerlerine nispeten ne kadar büyümüş duruyorlardı.Ev,sahibi,bebekleri,ikram,yağmur her şey çok güzeldi,gürültülü ve telaşlı aynı zamanda..

Kulağıma bir ara Hira takıldı,hiradan başlanmalıydı anlatmaya,neydi kalabalıklardan mağaraya çeken şey bir insanı,inzivanın kattığı ruha..Herkesin bir hirası olmalı hayatında.Tam da bu sırada,içimizden büyük yürekli,yüreğine mağara sığdırabilen arkadaşımız bu çokluktan sıkılmış belki,durgunlaşmış,o neşeli bakışları yere düşmüştü.Yiğit in matkap darbeleriyle topladıysa da kendini,yine de içerde,o küçük halı seccadeli,perdesi açık,içeriye yağmur sesi girebilen loş odada buldu kendini.Onun hirası orasıydı belki...

Ziyaretin sonuna doğru,buraya gelince hani ev çok güzel ya,düşündüm acaba ne giymiştik diye,kıyafetimiz halimiz buraya uygun mu diye,sonra cennet geldi aklıma,orası çok çok güzel ya,oraya gidince gariban kalır mıyız acaba,kalmayız inşallah,dedi ablam.Ziyaret güzel oldu.Ziyaret hep öbür yüze,madalyonun arkasını görmeye..

14 Ekim 2010 Perşembe

Görünmez Olmak

En büyük çocukluk hayalimdi galiba,görünmez olmak, ışınlanmak,zamanı durdurmak.Bizim zamanımızda babası uzaylı olan bir kızın gizemli gündelik hayatını anlatan bir yabancı dizi vardı.Kızın adı,ivi diye söyleniyordu nasıl yazılır bilmem.İki işaret parmağını birleştirir zamanı durdururdu.Sanırım bizim jenerasyon büyüdü de şu saçma sihirli dizileri yaptılar.İçimizdeki gizemli hayal pek kaliteli yansımadı medyaya yani.Hayallerimiz içimizde saklı hala,görünmez olmak,hiç değilse bir saklı bahçeye,gizli hazineye sahip olmak...

Şu aralar,ne kadar isterim görünmez olmayı,buyrun arkadaşlar paylaşamadığınız hizmeti ben yokum demeyi,yokluğu içime iyice sindirmeyi,ölmeden önce ölmeyi.Gel gör ki görünmezlik öyle pembe fuşya atlaslar,tülden rüzgarlar ve hoş nağmelerle çevrili değil.miş.Bilakis hoşa gitmeyen şeylerle çevrili onlarla örtülü.Tırmana tırmana gidilecek,tırnaklarımla kazıdım da geldim denilmeyecek,her geçilen nahoş şey ayrı bir lezzet verecek,damak zevki gelişecek ruhumuzun.Tatlar keşfedeceğiz,içine girmeden hiç bilemeyeceğimiz.Açlığın,yorgunluğun,haksızlığa uğramanın,hakkında başka şeyler düşünülmenin,saf dışı bırakılmanın bir tadı olacak.Çünkü başka türlü-benim dayanacağım kimse yok,vekilim sensin,ne güzel vekilsin-i yüksek bir kurdan söyleyemeyeceğiz.-Ve ufevvidu emri ilallah,innallahe basirun bil ıbad-ben işimi Allah a ısmarladım,Okullarını hakkıyla görendir-diyeceğiz,işimizi ona bırakmanın hafifliğini başka nasıl yaşayacağız yoksa.Uykusuz ve endişeli,kalp küt küt bir gece,bol uykulu geceden tatlı olacak.Çünkü tat sonuca etki edecek belki,belki hiç bir emaresi görülmeyecek kalbe bıraktığı bir işaretten başka..

Görünmez olanı yok saymayacağız,üzerindeki acı lokmaları yutup tatlı sona hazırlanacağız.Gün değmemiş o bahçe bizim olacak,belki dilimizden dökülen bir şarkı yerine koyduğumuz Rabden alınan kelimeler olacak ağaçlarımız,belki hu diyen nefeslerimiz..Evimiz,beden evimiz,kalp evimiz,cennetimiz.Saklı bahçemiz,avaz lezzetlere inat,saklı lezzetlerimiz,cennetimiz..

Cennet görünmez olan demekmiş.Yeni öğrendim.Cennet cennet dedikleri herkese ayrı gizli.Hepisinden iyice bize seni gerek seni..Ey zuhurunun şiddetinden görünmez olan güzeller güzeli...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Güzellik Nedir?

Birisi var,çok seviyorum,çok seviyor.Birini kıracaksa,kendisini kırıyor,kızacaksa kendisine kızıyor.Onunla ilgili çok şey olsa da kalbimde şu an dile dökülmüyor.Ha bir de iyi ki felsefe grubu okuyor.Cumartesi arkadaşım,kalbime ekstra  pencereler açıyor..

Felsefede, güzel,diyor amacına uygun olandır.Bir kalemden bahsediyorsak güzel yazandır.Koltuktan bahsediyorsak en iyi oturulandır.İnsandan bahsetmeye gerek var mı?Güzel kadından?

12 Ekim 2010 Salı

Neden,Bence..

 

Her duygu bir düşünceyi,her düşünce bir davranışı oluşturur.Bugün çocukların tüm dersler kitabında rastladım bu cümleye,boşluk doldurma etkinliği.Bizim çocuklar için ağır olabilir bu cümle ama öğretmenlerine sesleniyordu herhalde.oldu,yerini buldu.Zaten öğretmenler odasında da benceler ve tuhaf gülüşlerle dolmuştu beynim.Düşüncenin delili üzerine düşünürken bu da iyi geldi.

İnsan her düşüncesini bir şeye dayandırmalı değil mi,yani o şey ispatı olmalı düşüncenin,benceyle açıklamak nasıl bir dayanak oluşturabilir ki.O beni dolduran nedir ki.Asıl farkedilmeyen bence yi başkalarının oluşturduğu olabilir mi?Diziler,şarkılar,kitaplar,yalan yanlış bir gazete haberi bile pekala doluşturabilir insanın bencesini.Neden demeden alınan her şey,sebepsiz olduğundan sonuçtan da mahrum düşüncelere,düşmecelere sebep oluyor belki.

Ben böyle düşünmüyorum.Ben öyle olduğuna inanmıyorum.Ben böyle kabul ediyorum.Ben böyleyim,cümlelerinin ben yaptım oldu ,demekten ne farkı var.İnsan kendine neden diye sorabilmeli.Neden böyle düşünüyorum ,işime öyle geldiği için mi,böylesi daha mı kolay,nedir bana bunu yaptıran,gelenek,görgü,marjinal olma isteği,orjinal olma isteği,ya da bambaşka bir şey..Madem hisler de oluşturuyor düşünceyi,ne hissettim,neden böyle hissettim,objektif miyim,en önemlisi etrafa haklı haksız ,doğru yanlış etiket dağıtırken kendime dönüp bakabildim mi?Mesela kek yemiyorum diyelim,börek yemeyen kişiye bence doğru davranmıyor demeden önce kendime bakmalı değil miyim?

Düşüncemin vardığı bir yer oluyor mu?Düşünmekle kalıyor muyum,eyleme dökebiliyor muyum,düşüncem büyük yaşantım küçük mü?Yapamıyorsam neden,yapıyorsam neden.Galiba şu zikzklı hayatta kırılıp dökülmeden gidebilenlerin en önemli özelliği içlerindeki birine neden diye sormak.Ki o biri bayılır sebep olmadan bence demeye,kendini bir şey zannetmeye,kendinden başka otorite kabul etmemeye..Ama onun ipiyle kuyuya inilmez,götürdüğü tali yollardan dönüş var mı bilinmez...

Not:Eğer şüphe ediyorsanız,getirin bir delil bulabiliyorsanız ki bulamazsınız...

Taş, Kuş ve Deve


Bakarada bir taş var.Belki bana değiyor ta baştan  beri. Çok uzakta bir kuş var,kanadında gümüş var,düşünüyorum halimi.Bir de hadislerden ayağını sürüyüp gelen bir deve,hatta kervan,karmakarışığım yine ben bu ara..

Bakarada bir değil üç taş var.Biri kalbin i hali,biri cehennem vakudu,tutuşturucusu çırası yani,biri insan kalbinin bir üst merhalesi.Sözünde durmayan kalp taşlaşıyor,insanın yanında büyüttüğü bir varlık olup cehennemi tutuşturmaya gidiyor,sonra taş bile kalbinden iyi oluyor insanın,içinden sular fışkırtıp Allah korkusundan yuvarlanıyor.Ve biz yakıtı taşlar ve insanlar olan o yeri okuduk.Duyduk yani bunu,nasıl sırt döneriz şimdi taşlaşmışlıklarımıza.Katılıklarımıza.Ki taş ateşte erimeyen tek madde,demir erir de taş erimez.Ufalanmaktan başka çare görünmüyor.Bir denize kıyı olup dalgalarla yontulacağız belki..Ateşten önce su deneyeceğiz.Taşla ötelerde muhatap olmayacak olanlar,içlerinde taş biriktirmemiş olanlar var bir de.Hendekte karnına taş bağlayanlar,kızgın taşın altında,doğruyu,yalnızca doğruyu söyleyenler..Bir var bir yok taş,orda varsa burda yok,burda varsa orda yok belki.

Bir kuş var sonra,olup uçmak istediğim,taş olup kalmak istemedikliğimin yanı başında.Ben yattım taş gibi,Allah kaldırsın kuş gibi duası var bir de çocukluğumdan kalan.Taştan kuşa uzunca bir yol var aslında.Hani mümin kalbini kuşa benzetiyor efendimiz,öyle naif,öyle titreyerek ve özgür yaşayan,hem rızkını yiyen,hem etrafını kontrol edip kendini tehlikelerden koruyan,rızık endişesi taşımayan,kuş gibi hafif ve özgür bir kalp,selim yani,yüksekte.Oysa taş ağırdır,taşıması zor..

Senin kuş olduğundan şüpheleniyorum dedi bir arkadaş,beni sadece okulda gördüğü için çok az yediğimi düşünerek.Bir diğeri ne kuşu dedi,ben deve kuşu dedim..Sonra takıldım,işte bu dedim tamam,tavus değil hindi derken,deve kuşu tam isabet..Kuş bile uçar aynı cins kuşla,deve kuşu uçamaz o varoluşla..Nakarat da geldi.Sonra kervan kervan develer zihnime,ama hadislerden.Karışığım işte.Ayağı bağlanıp sonra çözülen yaptığından ibret almayanı mı ararsın,susayıp bir solukta içeni mi,ama bir tane daha var kervanda,en ağır yükü yüklenmiş,yorulmadan susamadan koşuyor gideceği yere,ağır,hantal ama gidiyor,gocunmuyor,aşık deve...İş aşık olabilmekte..

İşte böyle,tekrar okuyunca anlar mıyım şu hissettiklerimi bilmem ama yazmasam daha çok karışacağım.Maksat yolculuk başlasın..

10 Ekim 2010 Pazar

Kızım Büyüdü mü?

Dün kızımım arkadaşı Asude bizde kaldı.Asude aynı zamanda benim arkadaşımın kızı,kızımdan 6 ay küçük.Kızımın daha 6 yı bitirmesine 6 ay var.Küçükler yani,onu demeye çalışıyorum.Kızımın arkadaşının bizde kalması kızımın büyüdüğünü gösterir mi,evet,büyüyorlar,ama daha çok arkadaşının büyüdüğünü gösterdi bana.Benim arkadaşımsa nasıl da endişeliydi,bu kız evden kaçacak yer arıyor,niye böyle bu çocuk,derken.

Doyasıya oynadılar.Evcilik,doktorculuk,öğretmencilik,servisçilik,ne bileyim necilik...Gerçekten de gitmek bile istemedi kızcağız.Öyle rahat,o kadar net ne istediğini biliyor ve ifade ediyor ki Irmak bile şaşırdı.Kendim gibi yetiştiriyorum diye üzüldüm çocuklarımı,onun istemesinden bizimkiler utandı neredeyse.
-Sen de Asude lerde kalmak ister misin Irmak?
-I ı..
-Neden,bak ne kadar mutlusunuz?
-Evet ama çekinirim ben..
-Bak çekinecek ne var hiç bişey oluyor mu Asude ye?
-Oluyor bence..
-...
Kahvaltıda ne sevdiğini,akşam ne yemekten hoşlandığını söyledi.Büyüyünce kaymakam olacakmış,annesine otomatik vites araba alacakmış.Irmak tabiki öğretmen ve anne.Annesine de papatya alır benim duygusal kızım.Kaymakam olmaya nasıl karar verdin,dedim.Annemlerden duymuştum,dedi.Ne diyorlardı dedim.Irmak,ama aile içindeki konuşmaları anlatamaz dedi,peki dedim.

Kaçıncıydı bilmiyorum yanıma koşarak geldiler.Anneee,Nagihan teyzee..Irmak gözleri dolu,Asude ye dönüp,anneme anne diyebilirsin Asude,dedi.Asude,olur farketmez ve anne,bana bu çıkartmayı hediye eder misin?Tabiki kızım..

Bir tarafımız Malatya olunca,ve bu yıl bu kadar reklamı olunca Malatya günlerine gittik hep beraber,Malatyalı işverenlerin bulunduğu yere kadar oluşan panayır koridorunda Malatya hariç tüm şehirlerin,özellikle büyük şehirlerin o karmakarışık döner kavurma gözleme yemek kombinasyonları vardı,biz antakya kabağı aldık mesela bir de malatya pazarından kuru dut.İçerden Yiğit e bir köpekli kravat.Asude yle Irmak konuşmaktan yürüyemiyorlar ama,ikisi ikiz üç çocuklu olmak güzel ve kontrolü zor bişeymiş.Ne konuşuyorlar acaba..Asude,
- Bize de birşey almayacaklar mı?
-Uygun bişey bulurlarsa alırlar.
-Şu arabalar bize uygun değil mi?
-Değil Asude,öyle değil küçük bişey..
-Söyleyelim.
-Olmaz Asude ayıp olur.

Olur,inşallah Allah hayırlı ömür versin Asude kaymakam da olur.Gider uzaklar da okur,daha da özgür olur.İnşallah vatana millete hayırlı olur.Şimdi onun ailesine bakıyorum bir de bizimkine.Her hafta en az beş aileyi evlerine kabul ediyorlar ve güzel birşeyler yapmaya çalışıyorlar.Haliyle çocuklar bu sırada evden kopuyorlar ve anneye içlerinden kızıyorlar galiba.Bizimkiler yanımızdan ayrılmak istemiyorlar ama hangisinin sonu daha iyi olur bilemiyorum.İnşallah ikisi de....

9 Ekim 2010 Cumartesi

Bir Kavanoz Domates


     Yaz başkadır.Neşelidir meyveler,salkımlar,taneler ve sebzeler..Kokularıyla fesleğenler..Hem renkleriyle domatesler..Pazardan aldığının yüzüne bakmayan ama dalından kopardığını  yiyiveren küçükler..Tüm yılın ürün vermesinin tatil gafletiyle örtülmesi..Ve son demlerde tekrar hazırlık,kışa..Sıcaktan soğuğa hazırlanmak insanın mayasında var besbelli.Boşuna mı ağustos böceği karınca hikayeleri.Üstelik ağustos böceğinin ömrü de yaz ile çizili.Ama olsun,insan emeğini seviyor ve Allah herkese çalıştığının karşılığını veriyor.

     İnsan eli toprağa değiyor,ıslak halini,kuruyuşunu görüyor,eline domatesin yeşili,burnuna kokusu,diline tadı kazınıyor.Suladığı,dibinden ot kopardığı domatesi farklı yiyor insan.Emeğini,biriktirdiği an ve anıları hatırlayarak.İsraf edemiyor bir küçük domatesin alıcılarına gönderdiği mesajları.Domatesleri yıkıyor,suyu temizleyici ve serin kılana hamdediyor belki.Kesiyor domatesleri ve kaynatıyor,rengi ,tadı ,kokusu,duası,tebessümü ve kendinden kopardığı zamanıyla,emeğiyle yani.Ve ille cam kavanoza doluyor domatesler,cam topraktan,yabancı el değmesin insanın emeğine.

     Bir kavanoz domatese ne kadar anlam katabilir insan?Anlatamayacağı kadar belki.Marketten aldığı bir teneke doğranmış domatesle kıyaslayamayacağı kadar belki.Kış gelip de o kavanozun ağzı açıldığında yemeğe katılan yalnızca bir domates midir peki?Ben bu tadı hatırlıyorum,ne güzeldi, hissi mi?Kimi koku,kimi tattan,kimi renk kimi yaşanmışlıktan,duadan gelen bir tat alır bir kaşık domatesten..Kim bilir kimi de kaşık kaşık pişmanlık..

      Sürekli tadıyoruz hayatı,emekle yoğurup gönderebilirsek ille tadana kadar ölümü,küllü nefsün zaikatül mevt çünkü,ölümü de tadacağız yalnızca,ölümden sonra sonsuzluğa doyacağız.Yazın sonbaharı gibi,ardından sonsuz bahar gibi..Belki tattığımız nimetler çıkar sırça bir kavanozda karşımıza,belki dalıyla yaprağıyla canlı canlı,belki o eski tadıyla,belki daha da tatlanmışlığıyla.Ve biz tatların son noktasında biz bunu önceden de tatmıştık deriz.(Bakara)Tattırana hamdederiz..Yani bunun için dua ederiz.

      Tat diye bildiğimiz nedir ki..Her duygu,his de tat değil mi?Ve biz kalbimiz kadar geniş.Her tadı biriktirip saklamaya değer öyleyse,sevgi ,merhamet,af,domatesten daha tatsız ,domatesten daha zahmetli değil ya!

8 Ekim 2010 Cuma

Ne Güzel...

Ne güzel ev ehlinin,misafirin eşinin geceden sabaha çıkışını karşılamak..
Ne güzel çiçeğe su vermek,vazonun suyunu değiştirmek..
Ne güzel her yer darmadağın ama sakin herkesi teker teker uğurlamak..
Ne güzel servis şöförüne hayırlı cumalar demek...
Ne güzel misafirin çarşafımı yıkama,geri geleceğim demesine gülümsemek..
Ne güzel yavruları beyaz giydirmeye çalışmak..
Ne güzel yavrunun beyaz değil sarı giyinme gayreti..
Ne güzel dostun senin muhabbet tellerini titretecek bir şey işaret etmesi..
Ne güzel evi ısıtan olmak..
Ne güzel bulunduğun yere bir şey katmaya çalışmak..
Ne güzel cuma günü evde olmak..en azından öğlene kadar..:)

Annelik ve Aşk

Ne demiştik bir önceki yazıda.Aşık olmak hayattan beslendiğin kanalları teke indirmektir.Her ne yapıyorsan onunla olmaktır sonunda o olmaktır.Aşık tekleyen yani muvahhiddir,vesselam.Korktuğu ve sevdiği yer aynı olduğu için güven içindedir,ve zıtların birliği güç oluşturur terbiye eder..

Buradan bakınca,anneliği hayata bakışta bir milat kabul eden çoğu kadın düşünebilir ki evet,anneler aşık.Çocuğuna yedirmeden yiyemez,giydirmeden giyemez,o üzülürken rahatını düşünemez,ayrıyken huzursuzdur,yanındayken mutlu.Onun iyiliğidir önemli olan,sadece o daha iyi olsun daha az acı çeksin diyedir otorite,kurallar.Onun terbiyesidir oyunun bile merkezi,hep severek,kıyamayarak,kokusunu içine çekerek..Yani annemden gördüğüm bu benim.Şimdi her aşkın içi boşaldığı gibi annelikte boşalmış gibi gözükse de kavramı kurtaralım.Ve diyelim ki yeniden ,şefkat aşktan üst bir duygu olabilir şu yaşanılagelen hayatta,aşka ömür biçerlerde şefkate boyut eklerler ya..Böyle bakınca anneler aşık değil mi?

Ama benim bakmak istediğim yer yavrunun gözü..O her anlamda tek kanaldan beslenen,annesinin kalp hizasından,ihtiyaca binaen hazır bulunup içirilen,doyurulan.O,doğduğunda binlerce koku arasında bir annesini seçebilen.O,tüm yüzlerden yüz çevirip annesinin yüzünü dünyanın en güzeli gören.O minik parmaklarıyla kendi teninden önce anne tenini keşfeden.O,sevdiği ve korktuğu,sevgisini,bedenini gülüşünü kaybetmekten korktuğu bir tek annesi olan yavru...Ve 0-6 yaş dönemi hayattan beslenme kanalını bir tek annesi yapan yavru.Annesiz yemeyen,içmeyen,tat nedir bilmeyen,en süslü oyuncak dolu yuvalara gitmek istemeyen,dondurmayla çikolatayla kandırılamayan  yavru..Muhtaç,aciz ve masum.Dünyaya alışıncaya kadar o da aşık değil mi?

Rab ve kul..Terbiye eden ve eğitilen.Sahip ve köle.Aşık ve maşuk.Ne desem anlayamasam da,belki buradan dokunur içime,anne ve yavru...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Aşık Olmak Neden Güzel?

Dünyada en zor yakalanılan hislerden biri aşk.Milyon kez kızabilir,milyar kez sevebiliriz.Kızabilir,küsebilir,hayran olabilir,gıpta edebilir kıskanabiliriz.Tüm organların sınırı var,sınırı olmayan tek organ kalp.Beynim doldu,hiç bir şey anlayamıyorum deriz de,aslında çok güzelsin ama kalbim doldu,bir kişiyi daha sevecek halim yok demeyiz.Kalp engin deniz.Sevdikçe genişleyen,ilahi emirle şerha şerha muhabbete hazırlanan...

Neden aşk ömürde en fazla bir kaç kez ele geçen bir duygu.Tüm duyguları içinde topladığı için mi,hepsinden aşkın hepsinin üstünde olduğu için mi,neden güzel peki aşık olmak..Apaçık acı akar içinden,tüm aşk şarkıları,romanları şiirleri bir tatlı acıyla bezenir.Kendinden geçmek zordur çünkü.Zor olan güzel.

Biz bir şey için bir şey yaparız.Umarız,korkarız,sorumlu hissederiz,ne derler deriz,acıkırız,susarız,keyif almak isteriz,dinlenmek isteriz ve tüm bunlar için bir şeyler yapmakla geçer günümüz.Aşık,yerken içerken,her hangi bir iş yaparken,yürürken,gülümserken ya da ağlarken hep sevdiğini düşünür.Sevdiği korktuğu,umduğu,hayalini kurduğu,kaybetmekten çekindiği tektir.Tüm yaşam kanalları teke inmiştir.Ve tek kanaldan beslenmek insana huzur verir.Kendinden başka birini düşünmek insanı zenginleştirir,özgürleştirir.Muvahhid olmak bu demektir.Tekliğe inememiş hayat,korkularla doludur,gelecek,hastalık,sevecek sevmeyecek,ölüm vs korkusu,bırakmaz insanın yakasını...Prangalardan kurtulur aşık,çünkü hayatını beslediği her ayrı kanal prangadır ayağına.Mevlana diyor ya,kanatları göğe sevdalı ayakları prangalı bir kuş insan,aşık oldu mu uçtu bil...İş aşk hissini israf etmemekte,tüm bu acının ve zevkin,sevginin ve korkunun boşuna gitmediği terbiyeye dönüştüğü merciyi bulabilmekte...

Dipnot:(Ya eyyühellezine amenutteku rabbekum)

2 Ekim 2010 Cumartesi

Yaş 30 Ders Nefis

     Doğum günü neden kutlanır..İnsan neden doğum günü kutlansın ister,sürprizlerden hoşlanır..Önemsendiğini bilmek ister herhalde.Onu düşünerek zevki ihtiyacı tespit edilerek hediye alınsın,hiç biri değilse ince düşünülsün,alışılmışın dışında bir şeyler yapılsın ister herhalde.Pastası sevdiğinden olsun,ortam ayarlansın,renkler,kokular,merkezde kendi,etrafta sevdikleri olsun ister..Zaten insan hayattan ne ister canım,canının istediği olsun ister,tüm sesler böyle gelir,reklamlar bile ,sen daha iyisine layıksın,bunu hakediyorsun ya da bunu haketmiyorsun der.Hatta birinin doğum günü ritüelleri başkalarının kabusuna dönüşebilir,öyle her yıl aynı şeyler olmaz,her yıl kendini aşmak gereklidir..

     Doğum günü ile ilgili fikirlerim ilk aborjinlerin bakış açısını gördüğümde değişti.Ben kulağını ters taraftan bulmaya çalışanlardanım.Telepatiyi filanda o kitapla oturtmuştum içimde.Ne diyordu aborjinler,sizler doğduğunuzu mu kutluyorsunuz oysa biz bir merhale katettiğimizde başarımızı kutlarız.Yeni yıl kutlamak kadar boş ve saçmaydı böyle bakınca doğum günü,sonra ilk anne olduğumda benim doğum günümde iyi ki doğdun denmesi garip geldi.Ne gibi bir dahlim var ki benim doğumumda,hiç değilse annem kutlanmalıydı.Yaratanı ille çıkaracaksak kutlamadan..

    Gel gör ki çağ narsisizm çağıydı ve ben bir terazi kadınıydım.Zaten şiirlere,şiirsi cümlelere,çiçeklere kokulara ve keşfedilmeye hayrandım.Hayat benim için aşktı.Aşk,romantizm,estetizm ve hayran olunmaktı.Evet itiraf.Tortuları kazıyorum şimdi.Dipler de temizlensin,akalım,kokuşmayalım.Değil mi?Nice zaman büyük sürprizlerle,devasa güllerle,şarkı ve şiirlerle kutlandım.Gel gör ki tatmin olmadım,çünkü olamazdım bir terazi kadınıydım ve ben aşka aşıktım.Aşk benim zannettiğimden çok farklıydı,ben kabuğun dökülen tarafındaydım,gülün dikeninde gülü unutarak güzellik ve tatmin arardım,e la bi zikrillahi tatmainnel kulub,ama anmadan hatırlamadan tatmin olmazdı,kalpler..Kalp narsisizmden nefret eder..Ruh nefisle savaş eder...


     Bu yıl da,tabiki hediye,yemek, pasta,sürpriz kutlama beklemiyordum.Herkes de beklemememi bile beklemiyordu.Dün Hilal bilmeden erkenden kutladı.Hem de ne güzel bir yolla,insan hiç bilmediği birini canına böyle yakın hissedebiliyor,Rab lütfedince,kızım bugün tefsir de not tutmuş,yine lütuftan bir hediye,çeksem de koysam şuracığa resmini.Sonraa,badana yaptık babamla,kayınvalidem sürpriz bir hediye göndermiş ama hiç sürpriz değil şaşkınlık oldu:)eşim sabaha kadar mide ağrısıyla inlemişti,biraz da bana kızmış mıydı neydi anlayamadım:)Şiir filan yazmadı,mesaj bile yazmadı:)Nasılsın diye aradım,kendimle mücadele ederek,akşam yemeğe çıkalım dedi,çıkar mıyım,bugün emek emek dedikten sonra yok dedim.Elim yüzüm boya,üstümde görsem kendimi tanımayacağım bir elbise,annemlerde buluştuk.Pasta almış,frambuazlı severdin ama meyveli aldım dedi,eyvallah,pasta da istemezdim ama eski izleri silmek kolay olmuyor işte..Eve geldim bir beyaz gül,onu da kopardıklarına üzüldüm.Yine de içimde kalan bir şey var ,nefis işte,niye bir iki güzel cümle yazmadı ki sanki,hayır yazması değil acaba hissetmiyor mu ki:))Hem mide ağrısı hem eş sevgisi hissedilmiyor demek ki,iki şuur bir arada olmaz ya...

     Şaka bir yana,madalyonun öbür yüzüne bakmak gerek galiba,böyle özel olmayı,kutlamayı isteyen bir taraf var insanda.Doğum günü diyor sevgililer günü diyor,yeni yıl ,evlilik yıldönümü diyor.Demek öldüğünde de böyle bir şey bekleyecek bu taraf,Kuran ifadeleri de hep böyle,güzel kokular,kristalden saraylar,şeffaf elbiseler,makyaj ve acı veren o cilt bakımları olmadan tarifsiz bir güzellik,saçma ve boş vaatlerle dolu olmayan güzel sözler,kadehler,meyveler,en sevilenler,selam selam ve rıdvanallahü ekber..Hani sahneye beyaz bir duman püskürtüyorlar ya onun bile karşılığı o buğu yine Kuranı Kerim de..Cemalse en büyük hediye..Velhasıl,doğduğumuz günler birer birer geçmekte.Bilmiyoruz ki sondan kaçıncı nefesteyiz. İşte benimle aynı gün doğan canım Hüma m vefat etti,35 ti henüz.İnsan için elzem olan doğum günü değil ölüm günü.Her şey o son nefes için.Allah ölüm günü güzel kokularla,renklerle en sevilenlerle,şiirden güzel sözlerle güzel mekanlar ve taamlarla melekler tarafından kutlananlardan etsin.Böyle bir hayalle doğum günlerimizi güzelleştirsin sadeleştirsin...

Sonradan,kendime hatırlatma,bu da Hilal in 30 yaş yazısı.

   

  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...